Kayseri'nin Danışmend Gazi Mahallesi’nde Pazar günü meydana gelen olaylar, toplumda derin bir infial yarattı. Suriye uyruklu bir kişinin, yine Suriye uyruklu 7 yaşındaki bir çocuğu taciz ettiği iddiası üzerine başlayan gerginlik, Suriyelilerin işyerlerine ve araçlara yönelik saldırılarla devam etti. 

Yaşanan olayda mağdurun ve failin Suriyeli olması, toplumda tohumları atılmış göçmenlere yönelik ırkçılığın bir yansımasıydı. Keşke toplum her cinsel istismar olayına karşı duyar kassaydı demekten alıkoyamadım kendimi!

"Kol kırılır yen içinde kalır" denilen yüzlerce, binlerce cinsel istismar vakası, adliye koridorlarında büyüyen çocuklar, adalete güven duygusunu yitirdiği için hayatına son veren istismar mağdurlarına da sahip çıkabilseydiniz keşke...

Oysa asıl harekete geçiren cinsel istismar değildi, harekete geçiren taa içlerde beslenen, körüklenen göçmen karşıtlığı, ırkçı duygulardı... Değil miydi yoksa...

Biraz geçmişe gidelim... Bugün 2 Temmuz 2024, bundan tam 31 yıl önce Sivas'ta 33 aydın insan bir otelin içinde Madımak Oteli'nde yakıldı!

2 Temmuz 1993, Sivas Katliamı tarihimizde kara bir lekedir. Olayda çoğunluğu Alevi olan 33 yazar, ozan, düşünür ve 2 otel çalışanı, Madımak Oteli'nde radikal İslamcı bir grup tarafından yakılarak veya dumandan boğularak hayatını kaybetti.

Pir Sultan Abdal Şenlikleri'ne katılmak için Sivas'a gitmişlerdi. Madımak Oteli'nde konaklarken, 2 Temmuz günü otelin önünde toplanan kalabalık tarafından saldırıya uğradılar. Otele sığınanlar, çıkan yangın ve duman zehirlenmesi sonucu hayatlarını kaybetti.  Sivas Katliamı, hoşgörüsüzlüğün, nefretin ve şiddetin nelere yol açabileceğinin acı bir örneğiydi.

Aradan 31 yıl geçti ve iki gün önce bu sefer yakılanlar Suriyelilerdi... Şehir Kayseri’ydi... Bir kız çocuğu cinsel istismara uğramış, bunu duyan güruh ortalığı yangın yerine çevirmişti. Devrede bu kez de göçmen düşmanlığı vardı. Kız çocuğunun da istismar edenin de resmi açıklamalarla Suriyeli olduğu açıklandı. Ve yaşanan olay bölgedeki yerel halkın, içlerindeki göçmen nefretini eyleme dönüştürmeleri için bir neden oldu. Suriyeli göçmenlerin yaşadıkları mahalleyi yangın yerine çevirdiler. Yakıp yıktılar!

Kayseri'deki olaylar, Türkiye'nin mülteci politikasının ve toplumsal uyum stratejilerinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Toplumdaki öfke ve gerginlik, acil çözümler bulunmadıkça benzer olayların tekrar yaşanabileceğine işaret ediyor. 

***

Türkiye’de linç zemini hep aktif... Çünkü cezasızlık var. Linç olayları toplumsal şiddetin vahim bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Toplumun genel bir infialle harekete geçmesi sonucu ortaya çıkan kitlesel şiddet eylemleri olan linç olaylarının kökenleri derin... Genelde din ve ırkçılık üzerinden ilerliyor. Sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi faktörlerin yaşanan linç olayları üzerindeki etkisi dini değer ve yargılar ile ırkçılığa göre daha az... 

Türkiye'nin linç olaylarıyla mücadele konusunda notu iyi değil, ki bunu Sivas Katliamı olaylarında sanıkların beraat ettirilmesi ile gördük, yaşadık. Mevcut yasal düzenlemeler, linç eylemlerini önlemek veya bu tür eylemlerde bulunanları cezalandırma konusu ikircikli... Linç olaylarına karışanların yargılanması ve adaletin sağlanması konularında toplumsal bir mutabakat ve güçlü bir hukuk devleti olma sorumluluğu ihtiyacı olduğu apaçık ortadadır. 

Linç olayları, sadece bireyleri hedef almakla kalmıyor, Diyarbakır Çınar yangınında daha iki hafta önce bunu gördük, yaşadık. Sosyal medya linçleri meydana geldi. Etnik köken temelli linçler meydana geldi. Kayseri'de de öyle... Toplumun zaten olmayan genel refahı, etnik ayrımcılığın hayat bulduğu grupların, kendinden olmayan üzerindeki tezahürü felaket sonuçlara neden oldu, oluyor ve korkarım ki olmaya devam edecek...

Peki ne yapılmalı? Türkiye'de linç olaylarının önlenmesi ve bu şiddet eylemlerinin azaltılması için çok yönlü çözüm önerileri sunulabilir, sunuluyor da... Ama uygulanmıyor.

Türkiye'de linç olaylarının azalması ve toplumsal barışın güçlenmesi için öncelikle kamunun, ardından da sivil toplumundan medyasına herkesin sorumluluk alması şart. Toplumun her kesimi, hoşgörü, adalet ve şiddetten uzak bir yaşam için çaba göstermelidir. 

Kayseri’de yaşanan olaylar toplumda ırkçılıktan beslenen linç potansiyelinin her an deprem etkisi yaratabileceğinin çok canlı bir örneğidir.

Yazıma son verirken, bugün 2 Temmuz Sivas Katliamı'nın 31. Yılı olduğunu tekrar hatırlatıp, hayattan koparılan aydınlar ve yurttaşlar için Sivas Katliamı'nın unutulmaması, unutturulmaması mücadelesinin aktif kalmasını diliyorum.