NEREYE SAVRULUYORUZ? (20) HARF, DİL DEVRİMİ VE TARİH DEVRİMİ
Türk dili kendine özgü bir alfabe yazı ile ifade edilmesi gerekirken yüzyıllar boyunca Arap alfabesi ile yazılmıştı ama bu alfabe, Türk dilinin zenginliğini, genişliğini ifadeden oldukça uzaktı. Bu nedenden dolayı Türkçe, kendi kuralları ile yazılan ve söylenen bir dil olmaktan çıkmış, Arap ve Fars dil kurallarının etkisi altına girmişti.
Yeni Türk harflerinin kabulü sonunda, yazıda da millî benliğimize dönüş bakımından büyük bir devrim oldu.
Atatürk Türk dili ve Edebiyatına da büyük önem veriyordu; çünkü dil, millî kültürün ifade aracı, millî birliğin en sağlam dayanağı idi. Türk Edebiyatının gelişip, yaygınlaşması ancak Türk dil kurallarının uygulanmasıyla olabilirdi.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türk dili saray çevresinin ve onlara yakın aydınların çokça kullandıkları Arap ve Fars kelimeleriyle nerdeyse benliğini kaybederek karmaşık bir dil hâline gelmişti.
Bu dile tekrar öz benliğini kazandırmak, onu yabancı dillerin etkisinden kurtarmak gerekiyordu. Bu amaçla Türk Dil Kurumu kurularak bilimsel çalışmalar yapıldı. Yeni Türk harflerinin kabulü ve dil devrimi, okuma yazma oranının zamanla yükselmesinde büyük rol oynadı.
Yine bu devrimler, sebebiyle millî kültürümüze dönüş ve bu kültürün gelişmesi açısından da büyük atılımlar oldu.
Atatürk’ten önce Türk tarihi, ya bir hanedanın tarihi olarak ele alınıyor ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile başlatılıyordu ya da İslâm tarihi içinde eritilip; Türklerin bu geniş tarih yelpazesi içinde oynadıkları rol ne yazık ki ümmet anlayışı nedeniyle, yeterince belirtilmiyordu.
Türklerin Osmanlılardan hele İslâmiyeti kabulden önceki tarihleri, bu dönemdeki zengin kültür ve edebiyatı göz ardı ediliyordu. Oysaki Türk tarihini doğru temeller üzerine kurmak, onun Orta Asya’dan başlayan gerçek seyir ve gelişim yollarını incelemek, bu yol üzerinde Türklerin dünya tarihindeki rollerini, uygarlık zincirindeki yerlerini inceleyip, gün ışığına çıkartmak çok önemliydi.
Bu bilimsel işi başarmak şerefi de Türk Devrimi’ne düşmüştü. Bu amaçla ‘Türk Tarih Kurumu’ kurularak Türk tarihi üzerinde geniş araştırmalar yapılmaya başlandı. Türk tarih tezi, alışılagelen ümmet tarihi yerine, Türk’ü esas unsur kabul eden millet tarihi üzerine oturtulmuştu.
1930 yılından itibaren geliştirilen bu tez, o yılların Türkiye’sinde önemli bilimsel çalışmalara yol açmıştı. 1932 ve 1937 yıllarında toplanan Birinci ve İkinci Türk Tarih Kongrelerine yabancı bilim insanlarının da katılımıyla büyük ölçüde tartışmalar yapılarak gerçekler ortaya konmaya çalışıldı.
Türk tarih tezine göre Anadolu’nun tarih öncesi ilk halkının kökleri Orta Asya’da idi. Bugünkü Türk milleti, tarih öncesi dönemlerde Orta Asya’da büyük bir uygarlık yarattıktan sonra, coğrafî zorunlulukların doğurduğu göçler sebebiyle Mezopotamya’ya, Anadolu’ya, Mısır’a ve Avrupa’ya yayılmıştı.
Bu bakımdan Türklerin anayurdu olan Orta Asya, insanlık tarihinde bir uygarlık beşiği olma özelliğini taşıyordu. Çünkü kendisinden sonraki uygarlıklarda, az veya çok onun izlerini görmemek, onun etkilerini sezmemek mümkün değildi.
Bundan sonraki yazı, Çiftçiye Vergi Adaleti ve Ekonomide Yapılan Devrimler üzerinedir.
Dijital erişim: Google-Polatlı Postası-Yazarlar