Bu yüzyılın acı gerçeği, bu topraklarda binlerce yıl boyunca akan kanların, sevinçlerin ve hüzünlerin bir arada yoğrulduğu tarihlerin getirdiği bir sonuç... Göç, sadece coğrafi bir değişim değil, aynı zamanda insanın içsel yolculuğunun da bir yansımasıdır. Göç olgusu, hayatta kalma mücadelesinin, umutların ve korkuların bir araya geldiği bir hikayedir.
Bir insan; yoldaşını, evini, köklerini terk ederken, sırtında sadece bir avuç umut ve yüreğinde birkaç hatıra taşır. Belki de yanında hiçbir şey yoktur, sadece gözlerinde yaş, yüreğinde umutla dolu bir bakış... Göçmenler, yabancı diyarlara, bilinmeyen yollara ve belirsiz bir geleceğe doğru yola çıkarlar. Kimi savaşın yıkımından, kimi açlığın pençesinden, kimi zulmün baskısından kaçar. Ama hepsi, umutlarını yeni bir yaşamın toprağına ekmek için yola çıkarlar.
Hem kültürel hem de fiziki olarak yer değiştirme olarak tanımlanan göç olgusu; bir kimliğin, bir dilin, bir yaşam tarzının taşınmasıdır. Yolculukları sırasında, eski yolları, köprüleri, vadileri geride bırakırlar, ama kalplerinde taşıdıkları kültürleri, gelenekleri ve değerleri asla terk etmezler. Bir mültecinin sırtında, binlerce yılın hikayesi taşınır, binlerce yılın acısı ve sevinci...
Göç sorunu sadece mültecilerin hikayesi değil, aynı zamanda toplumların, ülkelerin ve insanlığın bir sınavıdır. Göçmenleri kabul etmek, onlara kucak açmak, insanlık değerlerinin en yücesini göstermektir. Göçmenler, yeni toplumlarda kök saldıklarında, kültürlerini, renklerini, tatlarını da yanlarında getirirler. Ve bu, toplumları zenginleştirir, çeşitlendirir, daha insanca kılar.
Göç, aynı zamanda birçok zorluğu, engeli ve acıyı da beraberinde getirir. Göçmenler, sadece fiziksel olarak yeni topraklara ayak basmazlar, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve psikolojik zorluklarla da karşılaşırlar. Dil bilmemek, iş bulamamak, ayrımcılıkla karşılaşmak, yeni bir yaşama uyum sağlamak zorunda olmak, göçmenlerin karşılaştığı sadece birkaç zorluktan birkaçıdır.
Bir söz vardır “hepimiz bir gün mülteci olabiliriz” Çok doğru... Bu karmaşık dünya düzeninde ne zaman nerede ne olacağı hiç belli olmaz... İklim değişikliği, savaşlar, açlık, yoksulluk insanlığı göçe mecbur bırakan nedenlerdir. Yazıma son verirken güncel bir haberden de bahsetmek istiyorum.
Avrupa Birliği (AB), yeni göç ve iltica kurallarını kabul etti. Karar, mülteci hukuku ve uluslararası insan hakları hukuku kapsamındaki yükümlülüklerin ihlal edilme riskini taşıdığı gerekçesiyle eleştiriliyor. AB Konseyi'nin onayladığı yeni Göç ve İltica Anlaşması, Avrupa iltica sistemini daha etkili hale getirecek ve üye ülkeler arasındaki dayanışmayı artırmayı amaçlıyor. Ancak anlaşmanın uygulamaya geçmesinin 2026 yılını bulacağı belirtiliyor.
Yeni kurallar içerisinde, mültecilerin ilk varış ülkelerinde iltica başvurusu yapmalarını ve ardından başka bir Avrupa Birliği ülkesine geçmeleri durumunda başvurularının bu ülkeye iletilmesini öngörüyor. Başvuruları reddedilenlerin geri gönderilmelerinin hızlandırılması gibi önlemler içeren anlaşma, ile ilgili uluslararası insan hakları kuruluşları, yeni kuralların mültecilerin haklarını ihlal edebileceği ve Avrupa'nın sorumluluğunu üçüncü ülkelere aktarma riskini taşıdığı uyarısında bulunuyor.
Türkiye de mültecilerin geçiş noktasında bulunması nedeniyle bir tutaç görevi görüyor. Bu anlamda AB tarafından yenilenen sözleşmenin ülkemiz açısından da sonuçları çok iç açıcı görünmüyor kanaatindeyim...