Bu ayın işlenecek konusu, ‘Üniversitelerimizde İnterdisipliner Çalışma Kültürü’. Doğal olarak ben, tıp ve sağlık bilimleri dışında, özellikle başta sosyal bilimler olmak üzere, diğer disiplinlerde işler nasıldır, nasıl yürütülüyor onları bilemem. Çoğunlukla, melidir, malıdır ile sonlanan, hamasi cümleleri bir tarafa bırakırsam, elli yıla yaklaşan ve çoğunlukla üniversitede geçen mesleki yaşantım içinde ve sağlıkla ilgili olanlardan bahsedeceğim.
Bir klinisyen olarak, belirli konularda ön araştırmalarınızı yaptıktan sonra, araştırma alanınızı belirleyip, yeni bir çalışmayı planlarsınız. Yapmak istediğiniz araştırma ve çalışmalarınızı yürütebilmeniz için, çoğunlukla, başta klinik ve temel bilimler olmak üzere farklı disiplinlerdeki arkadaşlarınızın çalışma ve katkılarına da ihtiyacınız olur. Hangi vakalar, hangi alet ve cihazlar nerelerde hangi bölümlerde vardır, araştırıp öğrendikten sonra, o bilim dalındaki çalışma arkadaşlarınıza giderek, yapmak istediğiniz araştırma projenizi, detaylı şekilde onlara da anlatırsınız.
Eğer, arkadaşlarınız, birlikte çalışmaya olumlu bakan, bilimsel çabaları olan birileriyse, ‘biz bu konuyu kendi açımızdan araştırıp inceliyeyim’ diyerek, sizden belirli bir süre isterler. Bir süre sonra da, onlardan çoğunlukla olumlu yanıtlar alırsınız.
Eğer konuştuğunuz, doçent olduktan sonra araştırmaları bir tarafa bırakıp, yan gelip yatmayı yeğleyen biriyse, ya baştan olumsuz yanıt alırsınız, ya da tıpkı bana olduğu gibi, ‘bizim gençler’ dedikleri, uzman ve yardımcı doçentlerle çalışmanızı öneriverirler. Uzman olduktan sonra yedi yılımı üniversite dışında Anadolu’da geçirdikten sonra yeniden akademik ortama döndüğümde, bazı arkadaşlarımın çoktan doçent olduklarını gördüm. Onlardan birine birlikte çalışma yapmamızı önerdiğimde bana aynen yukarıdaki yazdığım öneriyi getirmişti. İlk ve son oldu, o sözlerinden sonra, kendisiyle birlikte yaptığımız, çalışma, araştırma ve projemiz hiç olmadı.
Bir başka grup arkadaşlar, kendilerinin çok yoğun olduklarını, alet ve cihazlarının yeterli olmadığını, malzeme eksikliklerini, yeterli vakalarının olmadığını, asistan ve eleman eksikliklerinin olduğunu mazeret göstererek, incelemeye dahi gerek görmeden, birlikte çalışma önerinizi daha başından reddederler.
Birlikte çalışmayı kabul edenlerin bir kısmı da, daha işin başında makalede ilk isim kim olacak, bizden sizden kimler girecek diye, olayı sulandırarak, kendi açılarından en yararlı hale dönüştürmeye gayret ederler.
İşte bu ve benzeri nedenlerle, üniversitelerde birtakım işleri başkalarıyla birlikte başarmak, oldukça zordur arkadaşlar. Kimler cumartesi, pazar demeden fakülteye gelip çalışacak, işin hamaliyesini kimler üstlenecek, bunların daha işin başındayken bilinmesi lazımdır. Kendime de, başkalarına da angarya yüklenmesini hiç sevmemişimdir. Bu yüzden, asistan ve uzmanlarımıza olan angaryam hiç yoktur demesem de, çok az olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Başkaları gibi, sırf kendi ikbal, merak ve çıkarları için, asistanların sırtında boza da pişirmemişimdir.
Bana göre çalışma hayatında, kazan kazan (win win) ilkesi daima ön planda olmalıdır. ‘Bak arkadaşım, bu araştırma sadece benim değil, hepimizin yararına olacak, şu şu nedenlerle hepimiz bundan onurlanacağız’ cümleleri havada kalmamalı, işin başından itibaren hayata geçirilmelidir.
İnsanlar bir süre sonra, yaptıkları ve davranışlarına bakılarak çalışma arkadaşları tarafından da, kolayca tanınıyorlar. Kim gerçek bilim insanı, kim menfaatçi, kim narsist, kim vur kaç yöntemiyle çalışıyor, kim her zaman ve her yerde, ‘ben ben’ diye geziniyor, kim bir koyup beş almanın peşinde ve ön planda hep kendi çıkarlarını gözetiyor, kim bilim ve merak uğruna, hamallık ve özveriden çekinmiyor, yaşandıkça, er ya da geç ortaya çıkıyor.
‘Ne kadar köfte, o kadar ekmek’ ilkesini her zaman sevmişimdir. ‘Çok veren maldan, az veren candan’ diye özlü sözlerimiz bile vardır. İnsanları bir kez kandırabilirsiniz, ikinci defa kanan, zaten aptaldır. Çalışanlar, bir araştırmaya emeğini, terini ve gece gündüz zamanını verenler, mutlaka bunun karşılığını da almalıdırlar.
Bakın ben buraya kadar, dikkat ettiyseniz sadece üniversiteden bahsettim. Birlikte çalışma, istek ve arzusu, üniversite dışında da olabilmelidir. Ülkemizde endüstri, her zaman birlikte çalışma yürütülebileceğimiz, olmazsa olmazlarımız arasında olmalıdır. Endüstri çalışanları, o konuda çektikleri sıkıntılardan bahsedip, bilim insanlarından bir şeyler isteyecek, gelin bunu da araştırın diyecek. Yapmak isteyip de yapamadıklarını, bildiklerini, bilmediklerini ve aşılması gereken engelleri cesurca anlatacak. Araştırma için gerekli imkan, ARGE ve finansman sağlayacak. Yapılması gereken ve istedikleri, bilim ortamında, klinik ve laboratuvarlarda araştırılıp, yeni bir yaklaşım ve yapılacaklar bir bir ortaya çıkacak, sermaye de, o konuya gerekli yatırımı yapacak. Yeni yaklaşım, yeni tarzda üretim, yeni bir iş, yeni olanaklar, istihdam ve katma değer yaratılacak, bu sayede ülke ekonomisine maddi manevi katkılar sağlanacak.
Üniversite endüstriden, endüstri üniversiteden devamlı bir şeyler isteyerek birlikte çalışma ortamını geliştirecekler. Uluslararası ortamda rekabet edebilen, daha dayanıklı, daha ucuz, belki daha hafif, daha ergonomik, daha taşınabilir, daha dayanıklı ve çevreye zarar vermeyen ürünler imal edilerek, herkesin aradığı ve takdir ettiği, o konuda öncü bir marka olunacak. İstenilen ve arzu edilen, daima böyle olmalıdır diye düşünüyorum. Eksiğiyle fazlasıyla, birlikte çalışmadan benim anladıklarım da bunlar. Aslında, çoğu konuda birlikte çalışmak gerekiyor ve çalışılıyor da. ‘Hepimiz birimizden akıllıyız’ arkadaşlar. Büyüklerimiz, ‘birlikten kuvvet doğar’ diye ne de güzel söylemişler. Bilmem yanılıyor muyum.
'