Amerikalının biri, bir haftalık ziyaret için Moskova’ya gittiğinde, canı klasik müzik dinlemek istemiş. Arayıp sorarak, Moskova Senfoni Orkestrası’nın binasını bulmuş. Bilet almak için gişeye vardığında, haftanın tüm biletlerinin satıldığını öğrenmiş. Üzüntüyle dışarı çıktığında yanına iyi giyimli biri yaklaşıp akşamki gösteri için yüz dolara yer bulabileceğini söylemiş. Amerikalı tamam demiş de parayı verirken bileti sorduğunda, adam kendisine, arkadaki kapıyı göstererek, ‘ akşam bu kapıdan gireceksin. Üzerinde, tamamen siyah bir kıyafet olsun. Burası sanatçıların giriş kapısıdır. Ben viyolacıyım, yerim sağdan ikinci sıranın baştan üçüncü koltuğudur. Zaten enstrümanım da orda koltuğumun yanında olacak. Eline alıp, maestronun işaretinden sonra, bir şeyler çalıyormuş gibi yaparak tüm konseri oradan izlersin demiş ve birden ortadan kaybolmuş.
Amerikalı memnun, gidip kendine siyah bir takım almış, hazırlıklarını yapmış ve söylenen saatte sanatçılar kapısından içeri dalmış. Zamanı gelince, diğer müzisyenlerle birlikte, sahnedeki yerini almış. Maestro alkışlarla en öne geçmiş. İşaretiyle müzik başlamış. O da ne bir kaç enstrümanın dışında orkestrada müzik çalan kimse yok. Meğerse müzisyenlerin çoğu bu şekilde yerlerini turistlere satmışlarmış.
Kıssadan hisse, masa, koltuk, lüks odalar, makamlar, eş dostla sabahtan akşama çay, kahve içilecek yerler değildir. Müdürlük, bakanlık, her ne ve hangi makamda olunursa olunsun, oralarda ülkemiz için gerekli olan çok önemli işler yapılır. Eğer, işi biliyorsanız yaparsınız, bilmiyorsanız, ufak ufak, işleri sizden daha iyi bilen çalışanlarınızın kuklası olursunuz.
Sen bunları niye yazıyorsun arkadaş, biz zaten biliyoruz diyebilirsiniz. Ben sadece bir kez daha hatırlatayım dedim. Osmanlı döneminde trenlerin makinistleri daima ermeni vatandaşlardan olurmuş. Kurtuluş savaşı zamanında, aniden kaçıp gittiklerinde, bir süre trenleri çalıştıracak makinist bile bulunamadığı esefle anlatılırdı.
İnebahtı deniz savaşını neden kaybettiğimizi, tarihi açıp okursanız. donanmanın başındakinin, aslında bir kara paşası olduğunu görürsünüz. Paşa, gemileri limana sokup, sanki düşmanın saldırmasını beklemiş. Düşman saldırınca da yenilmişiz. İşinizi ve yapılacakları bilmezseniz, yenilgi kaçınılmazdır. Kurtuluş savaşında, Mustafa Kemal ve arkadaşları işi iyiden de öte, çok iyi bildikleri için başarılı oldular. Sarıkamış’ta binlerce askerimiz, işini iyi bilmeyen komutanlar yüzünden, yazlık kıyafetleriyle donarak öldüler.
Bu yüzden işi bilmek, ya da bilmiyorsanız bilenlerle çalışmak çok önemlidir. Bir örnek vereyim, bakanlar her işi bilmek zorunda değildirler. Ancak müsteşardan itibaren birlikte çalıştığı bürokratların, o bakanlığın işlerini çok iyi bilmeleri gerekir. İşleri yürütmek için, bilimselliği kanıtlanmış birkaç öneriyi getirip ortaya koyarlar. Bakanlar da, partilerinin programına en uygun olanı seçerek projenin uygulamasını başlatırlar. Kendi kafasına göre, bilir bilmez uygulamalarda bulunmaz, bulunmamalıdırlar.
Bu konulardaki görüşlerimi, Akademik Akıl’ da 24 şubat 2022 de ‘Molozları işe yerleştirdikse bundan sana ne, kime ne’ başlıklı yazımda da kısmen anlatmıştım. Otoyol, köprü ve devasa stadyumlar ile kalkınma olmayacağı, zaten açıkça görülüyor. Çiftçinin, üreticinin belini kıralım, yerli sanayiciye yan gözle bakalım. Sonra da elimizi havaya açıp, hacı yolu bekler gibi, Rusya’dan gelecek ayçiçek yağı yüklü gemilerin gelmesini bekleyelim. Bu işlerin, bilimsel hesap ve fizibilitesini yapacak olan, bilgili ve deneyimli mühendis ve ekonomistlerimiz olmalı da, onlar neredeler acaba. Almanya ve diğer gelişmiş ülkelere giden mühendis ve doktorlarımıza, imam hatip lisesi mezunu olup olmadıklarını, siyasi görüşlerini, dernek ve sendika üyeliklerini sormuyorlar. Sadece, eğitimlerini, okuldaki başarılarını ve yapılması istenilen işi, iyi bilip bilmediklerini sorguluyorlar. Bizde ise çoğunlukla, bizden-bizden olmayanlar ayrımıyla, tam tersi uygulanıyor. Eskiden de böyle miydi acaba? Zamanın başbakanı Adnan Menderes, torpil yaparlar diye oğlunun dış işlerine başvurmasını bile engellemişti. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, oğlu Can Yücel’in yurt dışında eğitim için, devlet bursuna başvurmasını aynı gerekçeyle engellemiştir. Hepsi de çoktan rahmetli oldular. Bir zamanlar ülkemizde, böyle uygulamalar da vardı.
Özetle gelişmiş ülkeler işlere, en uygun olanları seçerek alıyorlar. Zenci- beyaz, Hristiyan-Müslüman, güneyli-kuzeyli, Avrupalı, Ortadoğulu, uzak doğulu ayrımı yapmıyorlar. Öyle olsaydı, oralarda bizden hiç kimseyi işe almazlardı. Bizde ise, çoğu zaman adamına göre iş yaratılıyor. Resmi kurum ve belediyelerde, başkalarının hakkı yenilerek işe alınan yakın akrabaları, medyadan da izliyorsunuz. Kul hakkı yenilerek yapılan haksızlıklar, asla gizli kalmıyor, günün birinde ortaya çıkıyorlar.
Gelişmiş ülkeler başarılı da, biz neyiz arkadaşlar….
'