‘Hey gidi Karadeniz, doldu da taşamadı’,
Akademisyenlerin, ana hedefleri nelerdir? İyi bir üniversitede çalışmak ve araştırma yapmak mı, iyi bir kazanç, iyi bir şehir, iyi bir semtte iyi bir ev, iyi bir araba, iyi bir eş, iyi okullara giden başarılı çocuklar, bilgi görgüsünü arttırmak adına kısa ya da uzun süreli yurt dışına gidebilmek, toplumda saygı gören konuma ulaşmak, merak ettiklerini bulmak mı? Hepsi mi, birazı mı, yoksa hiçbiri mi?
Emekli bir akademisyen olarak, sizlere sadece kendi alanım, sağlıkla ilgili olanlardan bahsedebilirim. Tıp fakültelerinde, bölümler, temel sağlık bilimleri, dahili ve cerrahi bilimler olarak üçe ayrılır. Üniversitede, öğretim görevlisi olarak daha yenisiniz, ya da uzun süredir kadrodasınız. Temel bilimlerde ana hedefiniz araştırma yapmak olmalı, değil mi? Laboratuvar yok, ya da olanlar yeterli değil, alet-edevat, kullanılacak sarf malzemeleri, alanında bilgili lab görevlileri, ya yoktur, olanlar da oradan buradan gelmişlerdir. Yeterli kadavrası olan, kaç anatomi bölümümüz vardır acaba? Maketlerle, internetten indirilen resim ve filmlerle idare etmeye çalışırsınız. Üç boyutlu mu, renkli mi, yeterli düzeyde öğretici oluyor mu, orası bilinmez.
Dahili ve cerrahi bilimlerde ana laboratuvarlar, hastanelerimiz, yararlanılan ana materyallerimiz de hastalıklar ve hastalarımız. Seksen bin nüfuslu, ufak bir şehre Tıp Fakültesi açmışlar. Hastaların çoğunluğu, yıllardır, yakındaki büyük ildeki tıp fakültesi ya da diğer hastanelere gitmeye alışmış durumda. Oralara ulaşmak, kendi şehrine gitmekten çok daha kolay. Belli konularda araştırma yapabilmek için, en azından yılda birkaç yüz vaka görmeniz lazım. Kliniğinize, araştıracağınız konularda yılda ancak üç beş vaka geliyor. Kolaysa araştır bakalım. Destek alacağınız, biyokimya, mikrobiyoloji, radyoloji, nükleer tıp ve patoloji departmanlarının da yeterli olması lazım.
Cerrahi bilimler de, dahili bilimlerden çok farklı değil. Ameliyat ve işlemler için, alet lazım, ameliyathane lazım. Var olan da yeterli değil. Çalışanlar, hocalar dahil herkes geçim derdinde. Performans yapmak adına, habire hasta bakıyorlar. Bir cihazın, ameliyat masasının başında, önce ben, sonra sen diyerek, birbirleriyle tartışıyor, hatta kavga bile ediyorlar. Çok aceleci milletizdir. Hasta ve yakınları dahil herkes, hastanın tanısının hemen konulmasını ve çok kısa sürede iyileşmeyi beklerler. Tetkikler hemen yapılmalı, ameliyat hemen olmalı, hizmetin en iyisi alınmalı, ilacı hemen bulunmalı. Malı, malı da işler öyle kolay olmuyor azizim. Of of, öyle üç beş vakayla da makale yazılmaz ki.
Üniversitelerin en büyük özelliklerinden biri de, rekabetçi bir ortamın bulunmasıdır. Ortamda daima, yıkıcı değil, yapıcı bir rekabet olmalı. Siz, konunun bir yerini, bir başkası farklı yerini araştırır. Siz bir tanı ve tedavi yöntemini, arkadaşınız da bir başkasını uygular.
Hep söylenen: ‘Hastalık değil, hasta vardır’. Ana hedef, hastanın iyileşmesidir. Biyolojik olaylarda çoğu zaman, tek bir çözüm ve cevap bulunmayabilir. Her organizmanın, hastalıklara karşı farklı yanıtları olabilir. Bu durumda çoğu kez, tek bir tedavi yöntemi de olmayabilir.
Genç akademisyen arkadaşlar araştırma ve çalışmalarına buralardan başlayacaklar da, nasıl motive olacaklar, orası pek belli değil. Maaşlar kuş kadar. Enflasyon, kiralar ve pahalılık, almış başını gidiyor. Geçinmek ve barınmak, ayrı bir problem. Araştırma yapabilmek için, gerekli olan, para, donanım ve materyal, yeterli değil, Çalışma ve araştırmaların planlanacağı, bilgisayar ve internet destekli bir oda, ya da en azından bir masa, kiminde var, kiminde yoktur. Hastalar kapıda yığılmış. Gelecek mi, orası hiç belli değil. Kanadalı şair, bir zamanlar, kendi yaşadıklarını şöyle özetlemişti.
Herkes biliyor,
Herkes biliyor, zarların hileli olduğunu
Herkes parmaklarını çapraz yapar yuvarlarken
Herkes biliyor, savaşın bittiğini
Herkes biliyor, iyi adamların kaybettiğini
Herkes biliyor, dövüşün hileli olduğunu
Fakirler fakir kalır, zenginler zenginleşir
Hep böyle gider
Herkes biliyor
Herkes biliyor, geminin su aldığını
Herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini
Herkeste bu buruk duygular
Sanki babaları ya da köpekleri ölmüş gibi
Herkes ceplerine konuşur
Herkes bir kutu çikolata
Ve uzun bir gül ister
Herkes biliyor
Herkes biliyor anlaşmanın çürük olduğunu
Yaşlı kara Joe hala pamuk topluyor
Senin kurdelelerin ve omuzlukların için
Ve herkes biliyor
Ve herkes biliyor, salgının yaklaştığını
Herkes biliyor, hızlı hareket ettiğini
Herkes biliyor, herkes biliyor
Leonard Cohen
Akademisyenler başta olmak üzere, gençlerimizin çoğu, tahmin edilenden, çok daha akıllı. Adalet terazisinin yamulduğunu, eğitimin durumunu, uyuşturucu ve borçların çok arttığını, ülkeye gelen mültecilerin çoğunun vasıfsız olduğunu, bazı şanslılar için, üç beş yerden maaş almanın mümkün olduğunu, pastanın belirli bir kesime doğru kaydırdığını, görüyor, okuyor, duyuyor ve bizzat içinde yaşıyorlar.
‘Gençlerimiz neden motive olamıyorlar’ sorusunun cevabını, bu koşullarda, onlar yerine, toplum olarak hepimiz vermeliyiz diye düşünüyorum.