Geçtiğimiz haftalarda gündeme gelen bir konudan bahsetmek istiyorum sizlere bu haftaki köşe yazımda... Nüfusun yaşlanması ve ülkelerin bu olgu karşısındaki ürettiği politikalara değineceğim görüştüğüm uzmanlardan edindiğim bilgiler ışığında... 

Nüfusun yaşlanması olgusu Türkiye’nin de son yıllarda gündeminde olan konulardan biri olarak karşımızda duruyor. Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “varoluşsal tehdit, bir felaket” vurgusuyla nüfusun yaşlanması konusundaki rahatsızlığını dile getirdi. Konunun Erdoğan tarafından dile getirilmesinin ardından gözler bu konu karşısında üretilecek politik çözümlere çevrildi.  

Cumhurbaşkanı açıklamasında “3 çocuk yapın” çağrısına değinerek, haklılığımız ortaya çıktı şeklinde nüfusun yaşlanması ile ilgili Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan doğurganlık hızı verilerine değindi.  

Türkiye’de 2001 yılından bu yana doğurganlık hızında artış yaşanmıyor. Bunun kök nedenleri var. Nüfusun yaşlanması hiçbir dünya ülkesinin çok da hazzettiği bir konu değil, peki çözüm olarak ne gibi adımlar atılıyor? 

Sorunun cevabını merak ettim ve işin uzmanlarıyla görüştüm. Nüfusu yaşlanan ülkeler ne gibi politikalar üretiyor, sorunu kadınların daha çok çocuk doğurmasını teşvik ederek mi çözmeye çalışıyor? Sorusunun yanıtını aradım. 

İktisat Profesörü Dr. Mustafa Özer ile görüşmemde kendisi sorunun çözümünün çeşitli olduğunu tek sorumluluğu kadınların sırtına yüklemenin doğru olmadığına işaret etti. Doğurganlık hızının yıllara göre düşüşe geçtiğini belirten Özer, 2018’de 2 çocuk olan doğurganlık hızının, 2023 yılında 1,51 çocuğa gerilediğine işaret etti. Nüfusun azalma eğilimine girme eşiği, yenilenme düzeyinin oranının ise 2,1 olduğunu ifade ederek, 2001’den bu yana doğurganlık hızında mütemadiyen bir düşük olduğunu belirtti. Tabi ki meseleye ekonomik çerçeveden yaklaşarak, ekonomik krizin ülkede derinden hissedildiği bir ortamda kimsenin daha çok çocuk yapmayı planlamayı aklına getiremeyeceğini söyledi.  

Haksız sayılmaz, evlenmenin maliyeti bile günümüzde bundan 1 yıl öncesine göre bile yüzde 100’ün üstünde artmışken, bir şekilde bütçeyi denk getirip evlenenler de çocuk konusunda 1 tane olsun demek zorunda kalıyor. TÜİK’in açıkladığı enflasyon ile diğer araştırma şirketlerinin, STK’ların açıkladığı enflasyon oranları arasındaki uçurumun her yurttaş farkında, derin yoksulluk ağına takılan ve git gide büyüyen bu ağın içerisinde hapsolan bir halk nasıl daha doğurgan olabilir? 

İkincisi ise kadın istihdamı konusunda Türkiye’nin zaten Avrupa ülkeleri içerisindeki notu oldukça düşük, oran bir yandan yükseltilmeye çalışılırken bir yandan da kadın daha çok doğursun, yeter ki doğursun biz teşvik veririz, doğum iznini 1 yıla çıkarırız gibi yaklaşımlar bana hiç gerçekçi gelmiyor...  

Ki mesele çocuğun doğmasıyla da bitmiyor peki ya sonrası... Devletin o doğan çocuklara sağladığı imkanlara da bakmak gerekiyor değil mi? Nicelik değil nitelik önemli... 

Bir tek kadının doğurganlığı üzerinden bu sorunun çözümüne odaklanılması ne kadar doğru? Gelişmiş ülkeler, nüfusun yaşlanması karşısında teknolojik yatırımlara kaynak ayırırken neden biz de politikacılar “3 çocuk yapın, daha çok doğurun” diyorlar? Bakanlıklar neden sadece kadınların daha çok doğurması için çalışma yapıyor? Bu tek penceren atılan adımların toplumda ne kadar karşılık bulacağını bilemeyiz ama ekonomik krizin daha iyi günleri yorumunda bulunan profesyoneller kadınların daha çok doğurması söylemlerini, ırgatlaştırma politikasının yanlışlığına dikkat çekiyor.  

Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği’nin Genel Başkanı Prof. Dr. Gülay Toksöz’le görüşmem de ise kendisi Türkiye’de nüfusun yaşlanması olgusu karşısında üretilen tek politik adımın kadının daha çok doğurmasından kaynaklı olduğunu söyledi, kadınların ev içi faaliyetlere hasredildiğini vurguluyor. Kadın çalışma oranlarının ülkemizde zaten yeterince düşük olduğunu belirten Toksöz de gelişmiş ülkelerin sorunun çözümüne yönelik attığı adımlar arasında teknoloji yatırımlarına ağırlık verdiğini söylüyor. 

Evet Türkiye’nin de kadınların üzerindeki bu ‘doğur babam doğur’ baskı politikasından vazgeçmesini, teknolojik yatırımlara yönelmesini temenni ediyoruz, ama... 

Aması var işte... Gelişmiş ülkelerde yaşamış, eğitim almış bir Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı var Türkiye’nin. Bakan Mahinur Özdemir Göktaş’ın haftasonu gerçekleştirdiği açıklamaya bir göz attım. Açıklamada da yine doğurganlık oranlarının artırılması için adımlar atılacağından bahsediliyor. Kızılcahamam’da basın mensuplarıyla bir araya gelen Bakan Göktaş, “Dünyadaki örnekleri inceliyor, gerekli önlemleri almaya çalışıyoruz” demiş... Umarım dünyanın gelişmiş ülkelerindeki örnekler inceleniyordur da mesele kadının daha çok doğurması üzerinden ilerlemez...

Sanmıyorum, eğer öyle olma umudu olsaydı o açıklamada Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı da bulunuyor olabilirdi. Ve yazımı siyasi otoritenin meseleyi sadece aile kurumu üzerinden ele almaması gerektiğini, Teknoloji Bakanlığının da gelişmiş ülkelerdeki örneklere bakması önerisi ile sonlandırıyorum.