TARIM- HAYVANCILIK

Her ikisi açısından da 2024 yılı itibariyle gelinen nokta, son derece “vahimdir” Ülkenin tarım üretimi; tarıma verilmesi gereken maddi desteğin azalması, tarımda kullanılan akaryakıta uygulanması gereken “vergi indiriminin” yapılamaması, tohum, gübre ve zirai ilaçlara maddi destek sağlanamaması yüzünden Türkiye’de yapılan tarım çok kan kaybetmiştir.

Çok değil bundan 15 sene kadar önce, dünyada tarımsal üretim açısından kendine yeten 5-10 ülkeden biriydik. O yıllardan günümüze, başta buğday olmak üzere birçok tarım ürününü, bakliyatı dışarıdan ithal eder duruma geldik.

                                                           *

Hayvancılıkta da durum tarımdan farklı değil. Büyükbaş ve küçükbaş hayvan üretimi de çok kan kaybetmiştir. Yukarıda yazılanlara ek olarak, “hayvan yemi ve saman” fiyatları besicinin adeta belini bükmektedir. Devlet bu kalemlere de “özel maddi destek veya vergi muafiyeti” sağlamalıdır.

Besici, “zarar ediyorum” gerekçeleriyle hayvanını kesime göndermektedir. Bunun sonuçları ağır olacaktır. Çünkü kesilen hayvan nedeniyle hem “et üretimi” gittikçe açık verecek hem de “süt endüstrisi” alarm verecektir. Ülkemiz et ihtiyacını karşılamak için yıllardır dış ülkelerden, “karkas et” ithalatı yaparak, milyonlarca dolar kayba uğramaktadır.

Bir ülke insanının ihtiyacının başında, beslenme” gelir. Türkiye gibi toprakları verimli, akarsuları, gölleri yeterli olan bir ülkenin “Tarım ve Hayvancılık” gibi konularda sıkıntı çekmemesi hatta üretim fazlası vererek ihracat bile yapması gerekir. Mevcut hükümetin bu sorunlara çare bulacağı ümidini taşıyorum

ÇAĞDAŞ EĞİTİM                                                

Bir toplumun, bir ülkenin bu acımasız dünyada “insanca yaşam düzeyine erişebilmesi, bilim ve teknikte ilerlemesi ve nihayet başka ülkelere mallarını satabilmesi yani ihracat yapabilmesi, diğer bir değimle para kazanıp, refah düzeyini yükseltebilmesinin en önemli yolu, çağdaş, bilimsel eğitimdir”.

Dünya var olduğu sürece bu temel kural asla değişmez. Unutmayalım ki; “birine iyilik yapmak, maddi yardımda bulunmak için cebinizde paranız olması gerekiyor.” Yani “sevap” bile ne yazık ki parasız olmuyor. Acı ama gerçek…

Ülkemizin 21nci yüzyıldaki eğitim düzeyi, gelişmekte olan ülkeler düzeyindedir. Eğitimin ülke çapında yaygınlığı kötü değildir. Hatta eğitim kurumlarının sayısal çoğunluğu açısından iyi düzeyde denilebilir. Ama “eğitim kalitesinin” düzeltilmesi için acil önlemler alınmalıdır.

DİNİ EĞİTİM

İnanç konusu, insanoğlu var olduğundan beri önemini korumuştur. Ama “istismar edilmeye, sömürülmeye” çok açıktır. Bu nedenle “İslam Dünyasının da” kendi içinde “çağdaş din eğitimine” gereksinimi vardır. “Çağdaş kafalı, eğitimli ve dünyayı iyi analiz eden dini önderler toplumu bilimsel doğru inanca sevk edebilirler.

Türkiye’miz bu yönüyle; “İslam Alemi” içinde çok özel bir konuma sahiptir diyebilirim.  

HUKUK

Bugüne kadar üzerine çok şey söylenen, yazılıp, çizilen bu konu, ülke insanı için “yiyecek, hava, su” kadar önemlidir. Siyasetten arındırılmış, bağımsız, kendi ayakları üzerinde duran bir hukuk sistemi ancak toplumların huzur bulmasını, devletine, yöneticisine ve en önemlisi de “adalete” güven duymasını sağlar. Hukuk sistemi bozulduğu an yeri, kendini onun yerine koyan “hırsızlar, dolandırıcılar, uyuşturucu tacirleri, katiller ve mafya ve benzeri yapılar” tarafından derhal doldurulur.

Ülkemizde hukuk düzeni “siyasallaştırılmıştır”. Derhal “bağımsız” hale kavuşturulmalıdır.

DIŞ İLİŞKİLER

Özellikle 2024 yılında, “Ortadoğu” adeta yangın yerine dönüşmüştür. 1980’li 90’lı yıllarda “İran-Irak” savaşı ile başlayan kıvılcım, sıçrayarak “Irak’ın Küveyt’e saldırısıyla alevlenmiş, ardından Ortadoğu Petrollerini kaybetme korkusu yaşayan ABD ve müttefiki İngiltere’nin de desteğini arkasına alarak, sahte bir “nükleer füze” bahanesiyle Irak’a saldırıp, işgal etmiştir. Bu olayları “Arap Baharı” adı altında başlayan ayaklanmaların komşumuz Suriye’ye sıçraması takip etmiş ve biz orada bulunan, “Başkan Beşar Esad’ın zulmüne uğradığını iddia eden bazı muhalif gruplara destek çıkmışız.

Bu olayların dışında İsrail belki 20-30 yıldır; komşusu olan Filistin’i devamlı taciz etmekte ve sistemli bir planla topraklarına parça, parça el koymaktadır. Bu konuda Filistin’in mücadeleci, rahmetli Devlet Başkanı Yaser Arafat İsrail’e karşı kahramanca mücadele etmiştir. Filistin’i İsrail’e karşı koruyan bir de İran destekli, silahlı “Hamas Örgütü” vardır.

Bu örgüt, 2024 yılının ilk yarısında çok gizli olarak hazırladıkları, Arap Komandolarının kullandıkları tek pervaneli küçük helikopter tipi araçlarla havadan saldırdılar. İlk önce bir alanda eğlenen masum gençleri havadan tarayıp, yüzlercesinin ölümüne neden oldular, ardından İsrail’in Askeri Birliklerine saldırdılar.

İşte ne olduysa bundan sonra oldu. İsrail güçlü Silahlı Kuvvetleriyle o günden günümüze değin aralıksız olarak Filistin’e havadan saldırdı. 41.000 den fazla can kaybı ve bunun 3 katına yakın da yaralı oldu. Yani Ortadoğu tam bir cehenneme dönüştü. Bugünlerde de Hamas militanlarını hedefe koyan İsrail kuzey komşusu Lübnan’a saldırmaktadır. İsrail ezeli düşmanı olan İran ile zaman zaman havadan birbirlerine karşılıklı füze atmaktadır. Ama ABD İsrail’e tam destek vermektedir. Çoğu AB ülkesi de ilginçtir, ABD, İngiltere gibi gibi desteğini İsrail’den esirgememektedir.

Gelecekte Ortadoğu’da İsrail odaklı savaşın büyümesi, içine İran, Lübnan, Mısır, Suriye, Irak, Ürdün’ü hatta Türkiye’yi bile çekmesini olası görmek lazımdır. İş iyice çığırından çıkarsa diğer ülkelerin de yer alacağı bir, “Üçüncü Dünya Savaşı” ihtimalini de göz ardı etmemek gerekir diye düşünüyorum.

                                                           *

Bunların dışında malum bir de 2-3 yıldır devam eden Rusya, Ukrayna savaşı vardır. Onun yakın gelecekte “barış” ile noktalanabileceğini düşünmek istiyorum.

                                                          *

Tüm bunların dışında Türkiye, komşuları olan Yunanistan, Bulgaristan, Ukrayna, Rusya (denizden), Gürcistan, Ermenistan, İran, Irak ve Suriye ile bazı sorunlar yaşasa da gelecekte bu sorunların çok büyüyeceğini pek düşünmüyorum. 

PKK SORUNU

Ülkemizi 1984 yılından beri meşgul eden bu “ayrılıkçı, terör örgütü” nün 40 yılı bulan silahlı eylemleri, büyük oranda ülkemiz sınırlarının içinde etkinliğini kaybetmiştir. Bunda en büyük onur tabii ki, “kahraman güvenlik güçlerimize” aittir. Günümüz itibariyle Türk Güvenlik Güçleri Kuzey Irak bölgesinde PKK ve onun gibi bir Kürt Ayrılıkçı gücü olan YPG ile mücadele etmektedir.          

Türkiye başta olmak üzere, İran, Irak ve Suriye, bölgede bağımsız bir “Kürdistan” devleti görmek istememektedir. İçinde bulunduğumuz Yüzyılda da ABD’nin gizli desteğini alan PKK ve YPG silahlı ayrılıkçı terör örgütleriyle ülkemizin karşılıklı mücadelesinin azalarak da olsa devam edeceğini tahmin ediyorum.

Türkiye’mizin bu kanayan yarasının biran evvel durdurulabilmesi için siyasetin mutlaka gereğini yapması görüşündeyim. Aksi takdirde çocuk ve torunlarımız bu sorunla birlikte yaşamaya devam edecektir görüşündeyim.

(Gelecek yazı son olacaktır)