Demokrasi denildiğinde, çoğumuzun aklına sandıklar, seçimler ve tek bir günün anlamı geliyor. Oysa demokrasi, sadece bir seçimle belirlenen bir hükümet biçiminden çok daha fazlasıdır; yaşamın her anında hissedilen, uygulamaya koyulması gereken bir kültürdür.
Ülkemizde son zamanlarda yaşanan olaylar, demokrasi sorusunu zihinlerimizde döndürüyor? Sahi düşününce demokrasi neydi… Gidelim oy verelim, bizim oylarımız ile seçtiğimiz kişiler bizi yönetsin. Neden? Zaten bunun için yönetime talip olmuyorlar mı?
İşte soruların içerisinde bile cevaplar yatıyor.
Gerçek bir demokrasinin temelleri, farklı seslerin, fikirlerin ve düşüncelerin korkusuzca duyulabildiği, eleştirinin baskı değil, zenginlik olarak kabul edildiği bir ortamda atılır. Her birey, kimliği, inancı veya düşüncesi ne olursa olsun, eşit haklarla toplumda yer bulabildiği ölçütte demokratik bir yerde yaşama imkânı bulur.
Ancak günümüzde ne yazık ki demokrasi, çoğu zaman şekilsel bir ritüele indirgeniyor. Sandığa gidip oy vermek, yalnızca bir vatandaşlık görevi gibi görülüyor, ama demokrasi bununla sınırlı kalmıyor. Gerçek demokrasi, bir ülkenin her bireyinin haklarını güvende hissetmesiyle mümkün olur. Demokrasi, her gün yeniden kurulan bir ortak hayat sözleşmesidir. Adalet bekleyenlerin, eşitlik arayanların, özgür düşünceyi savunanların seslerinin duyulabilmesi, aslında demokrasinin nefes alabilmesidir.
Şimdi soruyorum sizlere… Eğer bir ülkede insanlar düşüncelerini rahatça ifade edemiyorsa, farklı sesler susturuluyorsa, orada bir demokrasi vardır diyebilir miyiz?
Jean-Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi eserinde şu sözleri kullanıyor: “Gerçek anlamıyla bir demokrasi hiçbir zaman var olmadı ve var olmayacak” bu fikirler ışığında Rousseau'ya katılıyor musunuz? Biraz düşünelim..
Güzel, umutlu günlere ….