Bu yazımda siz değerli okurlarıma iki farklı 12 Eylül’ü anlatmaya çalışacağım. İlk’i; malum 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi.
Zamanın siyasetçilerinin savundukları radikal fikirler üzerinden, kanı kaynayan gençliğin aşırı etkilenmesi yüzünden Türkiye’de sağ- sol adı altındaki kutuplaşmaların oluşması 1960 lı yıllara kadar uzanıyordu.
Ama derler ya, “işin çığırından çıkması”, 1979 yılında Solcularla Sağcı Ülkücüler arasında başlayan karşılıklı silahlı çatışmalara evirilmiş ve ne yazık ki bu felaket devletin Emniyet Güçleri tarafından kontrol edilemez hale gelmişti.
Hatta polisler bile Polder, Polbir adları altında siyaseten ikiye bölünmüştü. Neredeyse bu sokak çatışmalarında günde on-onbeş civarında gencecik fidanlarımız yaşamını yitiriyordu. Ülke siyasi açıdan da bir açmazın içine düşmüştü.
TBMM’de yapılan sonu gelmez oylamalara rağmen bir türlü Cumhurbaşkanı seçilemiyordu. 19 Temmuz 1980 günü Eski Başbakanlardan Nihat Erim’in İstanbul’da Dev-Sol militanları tarafından düzenlenen bir suikast sonucu öldürülmesi olayı da tüm ülkeyi yasa boğulmuştu. Çatışmalar hız kesmeden devam ediyordu.
Ne yazık ki siyasi liderlerimiz, Demirel, Ecevit, Türkeş ve Erbakan bir araya gelerek ortak aklı inşa edemiyor, bu kötü gidişata dur diyemiyor ve bir türlü sağlıklı çözüm bulamıyorlardı. Ülke çapında bir kaos ortamı yaşıyorduk.
1980 yılı Haziran ayı sonlarına doğru ben Yzb. İlhan Küçükbiçmen Erzurum’un Horasan İlçesinde bulunan bir askeri birliğe Komutan olarak atanmıştım.
Günlerden 12 Eylül 1980’di. Akşamüzeri, Horasan ile Erzurum arasında bulunan Pasinler (Hasankale) İlçesinde bulunan bir Tabur K. nı büyüğüm beni arayarak;
“İlhan, Kaymakam Muammer Güler Bey, sen ve İzzet Gökçek Yzb. bu akşam saat 21.00 de benim tabura geleceksiniz. Erzurum Kolordu K.nının emri. Burada bir toplantı yapacağız”, diye bildirdi.
Ben de hemen sonra, Kaymakamımız Muammer Beyi ( ki Muammer Güler daha sonra çeşitli illerimizde valilik yapmış, AKP’den Milletvekili seçilerek İçişleri Bakanı olmuştu. Tabii onunla ve Reza Zarrap’la olan tasvip edilmeyen ilişkiler herkesin malumudur) arayıp verilen emri kendisine bildirmiştim. Meğer Tb. K.nı aynı şeyleri ona da söylemiş.
Üçümüz birlikte Hasankale’ye çağrılmamız, içinde farklı esrarengiz bir durumun olduğu hissini uyandırıyordu bizde ama ne olduğunu da bilmiyorduk.
Pasinler’de Tb. K.nı Bnb. bizi hoş karşıladı ve yaptığımız toplantıda; kendisine emredilen saatte elinde bulunan zarfı bizlerin huzurunda açıp emri okudu.
Evet, bu gece olağanüstü bir durum vardı. Emirde Ahmet Binbaşı’ya Horasan ve Hasankale Garnizon K.lığı görevi verildiği ve Kaymakam ve biz Subayların gece boyunca neler yapacağımız maddeler halinde belirtilmişti.
Ahmet Bnb. ikinci bir zarfın da olduğunu, kendisinin gece 02.00 sularında Komutanı olduğum Horasan Ulş. Ve Konak K.lığına geleceğini ve zarfın saat tam 03.00 de açılıp gereklerinin yapılmasının emredildiğini söyledi ve biz sonra 3 kişi birlikte Horasan’a geri döndük.
Gece Ahmet Bnb. gelmiş ve 2nci zarf saat tam 03.00 te, hepimizin huzurunda açılmıştı. TSK komuta kademesi, başlarında Gn. Kur. Bşk.nı Orgen. Kenan Evren olmak üzere Ülkede Yönetimi Devralmıştı. Yani bu bir Askeri İhtilal veya diğer bir değişle, “Bir Askeri Darbe”ydi.
Milli Güvenlik Konseyi adı altında örgütlenen Askeri Cuntanın başında Gen. Kur. Bşk. Orgen. Kenan Evren vardı. Üyeler: K.K.K. Orgen. Nurettin Ersin, Hv. K. K. Orgen. Tahsin Şahinkaya, Dnz. K. K. Oramiral Nejat Tümer ve Jan. Gn. K. Orgen. Sedat Celasun’du.
Saat 03.00 de radyo ve Televizyonlardan marşlar eşliğinde yayınlanan Kenan Evren’in bildirgesi neyin ne olduğunu tüm açıklığıyla Türk halkına söylüyordu. Darbe çok iyi planlanmış, ülkenin hiçbir yerinde ciddi bir çatışma çıkmamıştı.
Askeri Darbe, bir ülkenin en önemli değerlerinden birisi olan, olmazsa olmazı (her ne kadar ülkemizde uygulanan demokratik değerler tartışılsa da!) “Demokrasi”nin engellenmesi demekti. Bu asla kabul edilemezdi.
Ama darbenin ilk etkisi de ülkede acımasızca akıtılan kanın adeta bıçak gibi kesilmesi olmuştu. Bu konu da insani açıdan ne olursa olsun çok önemliydi.
Zaman geçtikçe Darbe gölgesinde kurulan Mahkemelerde yargılanan, sağcısı, solcusu, Kürt’cüsü birçok genç Kenan Evren’in onayı ile idama mahkûm edildi. Bunun dışında Ankara Mamak Hapishanesinde, Diyarbakır Hapishanesinde mahkûmlara uygulanan kötü muameleler hala hafızalarda yerini korumaktadır. Ülkece dileğimiz, bir daha (sorunlarla dolu olsa da) Demokrasimizin asla kesintiye uğramamasıdır.
İkici 12 Eylül 2022’yi ise gururla anmak isterim. Çünkü bugün milyonlarca yavrumuz Eğitim Yılının ilk gününü heyecanla yaşamaktadır.
Evet, çağdaş toplumların en belirgin özelliği, olmazsa olmazı “eğitim” dir. Üzerinde yaşadığımız Dünya adlı gezegen olağanüstü güzelliklere sahip olmasının yanısıra, insan için son derece de acımasızdır.
Çünkü kontrolsüz çoğalan insan topluluklarının büyük bir kısmı ne içecek temiz suya ulaşabiliyor ve ne de yeterince beslenebiliyor. Bunlara en çarpıcı örnekler de Afrika, Asya ve Güney Amerika gibi kıtalarda yaşayan, çağdaş eğitimden mahrum bırakılmış insan topluluklarıdır. Hemen her yıl açlık ve susuzluktan milyonlarca çocuk ve ergen yaşamını yitirmektedir.
İşte bu nedenle, Ulu Önderimiz M. Kemal ATATÜRK’ün üzerinde hassasiyetle durduğu, “Bilimsel, Çağdaş Eğitim” ülkemizin aydınlık geleceği için son derece önemlidir. “Gençlerimize Yeni Eğitim Yılı Kutlu Olsun.”