8 Mayıs Dünya Anneler Günü anısına: 2010 yılının ilk aylarıydı. İstanbul TÜYAP Fuar alanında düzenlenen IBATECH Fırıncılık fuarına İRO MAKİNA olarak arkadaşlarımla birlikte son defa katılıyordum. Çünkü yaptığımız plana göre bu yıl içinde firmayı onlara devir işlemlerimiz tamamlanacaktı. İş arkadaşlarım yıllardır bu fuarlara katılarak büyük deneyim kazanmışlardı. Firmanın stant kurma çalışmalarını, yurt dışından sergilenmek için gelen makineleri, yabancı ve firmamızın teknisyeniyle yerleştirme ve test etme işlerini çok iyi biliyorlardı. Bana düşen görev ise çalışmaları denetlemek ve fuar süresince gelen tanıdık ziyaretçilerle ilgilenmekti. Yine renkli bir fuar dönemini sonlandırmıştık.
Arkadaşlarıma gerekli talimatları verdikten sonra, sabah Karagümrük’de oturan annemi (Mükerrem Küçükbiçmen) ziyarete gittim. Anacığım 86 yaşına basmıştı. Oturduğu apartmanın üst katında en küçük kız kardeşi Ülviye (teyzem) ablam ve kızı Selma oturuyordu. Annemin ayakları artık vücudunu kaldıramıyordu, bu nedenle Selma’yı maddi olarak destekleyerek ona bakması için görevlendirmiştik.
Neyse o sabah kahvaltıyı birlikte yaptıktan sonra, koltuklarımıza kurulup karşılıklı oradan, buradan sohbet ediyorduk. Anacım bir ara iç çekerek bana:
“Evladım artık çok yaşlandım. İnanır mısın zaman, zaman yüreğim daralıyor!” dedi. Ben önce onun yüzüne bakıp yutkundum. Aklımdan anacığıma neler söyleyeceğimi toparladım. Ve sonra:
“Bak benim tonton güzel anam, sana bir şey söylicem!”, demiştim.
“Söyle bakalım… ne diycekmişin!” diye meraklanarak yüzüme baktı.
“Bak anam… Sana bir tavsiyem var. Sabah uyandığında, yatağının yanındaki, aha şu pencereden günün ilk ışıklarını görüyosun ya. Önce müsaade et, sabahın bu güzel, narin, taze ışıkları hele bi yüzüne vursun. Sonra da kalk ve şöyle bi güzeeelce yüzünü, gözünü yıka… Havluya sil. Ardından sıra yapacağın en önemli işe geldi. Hemen şimdi git ve pencereni aç. Dışardan sabahın mis gibi kokan, tertemiz havasını önce bir ciğerlerine çek. Sonra da ardından bir ohhh de… ve öten martıların sesine kulak ver. Son olarak da, sana o bu güzel günü bahşeden yüce Allah’a dua et. O zaman yüreğinin nasıl da coşkuyla dolduğunu hissedeceksin”.
Sözümü bitirince yaşlı anacığımın yüzüne baktığımda, bir canlılık… sanki bir dirilme hissettim. Devam ederek:
“Anam şimdi de o meşhur kahkahanı koyver gitsin! Haa… ellerini de şaklatmayı ihmal etme olur mu?”
Aynen dediklerimi yapmış, ardından gülerek alkışlar gibi ellerini birbirine defalarca vurmuştu. Bu onun alışkanlığıydı aslında.
“Gel seni bi kere daha öpeyim”, diye beni yanına çağırıp öpmüştü anacım. Tabii dudaklarım titreye, titreye ben de onu…
Sonra yolcu yoluna gerek misali direksiyonu Ankara istikametine kırıp ayrılmıştım yanından.
*
Aradan yaklaşık 6 ay kadar bir süre geçmiş, geçmemişti ki, bir sabah annemle birlikte kalan büyük teyzem Sebahat Gökhalk (bu satırları yazdığımda o da vefat etmişti, nur içinde yatsın) telefonda,
“İlhan… Ablam oturduğu koltukta sessiz, sedasız vefat etti… Allah size ömür versin yavrum!”, cümlelerini titrek sesiyle kulağıma fısıldamıştı.
24 yıl önce babamı… Şimdi de anamı yitirmiştim. Ben ve anamın öz kızı gibi sevdiği eşim Makbule ile birlikte, vefat haberini alınca birbirimize sarılıp ağlayarak çöküp kalmıştık. O artık ne İstanbul’un deniz kokusunu hissedecek, ne de martıların sesini duyacaktı. Ben de anacığıma bir defa daha asla sarılamayacaktım. O zorlu yaşamına veda ederken bizler de buruk da olsa mecburen onun anılarıyla yaşama devam edecektik. Ankara’dan İstanbul için hemen yol hazırlıklarımız başlıyordu.
Başta annemiz (kayınvalidem) Meşküre Tataroğlu olmak üzere, tüm eli öpülesi annelerin “Anneler Gününü” kutluyoruz. Mak.& İlh. Küçükbiçmen
'
'