Kadın olmak, dünya genelinde zor bir durum. Nerede yaşanırsa yaşansın, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, şiddet ve ayrımcılık gibi sorunlar, kadınların hayatını doğrudan etkiliyor. Peki, Türkiye’de kadın olmak ne anlama geliyor? Bu sorunun cevabı, pek çok acı gerçeği de beraberinde getiriyor.
Geçtiğimiz hafta, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Haftası kapsamında Türkiye’nin dört bir yanında kadın hakları, özgürlük ve şiddetle mücadele temalı etkinlikler, eylemler ve programlar gerçekleştirildi. Ancak bu çalışmalar, kadınların maruz kaldığı sorunların sadece küçük bir kısmına ışık tutabiliyor.
ACI GERÇEKLER
Kadın hakları konusunda ne kadar ilerleme kaydedildiğini sorgulamak gerekiyor. Kadınlar, eğitimden iş hayatına, aile içi kararlardan toplumsal rollere kadar birçok alanda eşitsizlikle karşı karşıya kalıyor. Daha da vahimi, her gün gazetelerde ve haber bültenlerinde şiddet, cinayet ve taciz olaylarını görmeye devam ediyoruz. Sayısız kadın, yalnızca kadın oldukları için öldürülüyor, şiddet görüyor ya da ayrımcılığa uğruyor.
Kadına yönelik şiddeti önlemek, sadece bireysel değil, toplumsal bir sorumluluktur.
Türk toplumu, geleneksel olarak tutucu ve koruyucu bir yapıya sahiptir. Ancak bu koruma refleksinin, kadınları özgürleştiren ve güçlendiren bir anlayışla yeniden tanımlanması gerekiyor. Kadınları korumanın en temel yolu, onları eşit bireyler olarak görmekten geçiyor. Kadının özgür, bağımsız ve haklarına sahip çıkan bir birey olarak toplum içinde var olabilmesi için destekleyici politikalar geliştirilmelidir.
ŞİDDET KÜLTÜR MESELESİDİR
Kadına, çocuğa, hayvana ya da herhangi bir canlıya yönelik şiddet, asla kabul edilemez bir durumdur. Bu anlayışı topluma kazandırmak, herkesin ortak görevidir. Unutmayalım ki, şiddet bir kültür meselesidir ve kültür, bilinçli çabalarla değiştirilebilir. Eğitimle, farkındalıkla ve güçlü bir hukuk sistemiyle şiddetin önüne geçmek mümkündür.