NEREYE SAVRULUYORUZ? (24) GENÇ TC. ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİYOR

Atatürk’ün 1938 yılında vefatından sonra Cumhurbaşkanlığı görevini İsmet İnönü devraldı. O da M. Kemal Atatürk’ün açtığı yoldan ilerlemeye devam etti. Biraz daha radikal CHP’li olarak…!

Bence; 2nci Cumhurbaşkanımız Sn. İsmet İnönü’nün ‘Kurtuluş Savaşı’ sonrasında yaptığı en önemli siyasi hizmet; o yılların yoksul ama kalkınma gayretleri içinde bulunan ülkemizi; 2nci Dünya Savaşına kendi safında girmesi konusunda, Adana’ya bizzat gelerek, kendisini ikna etmeye çalışan İngiliz Başbakanı Sir Winston Churchill’e verdiği olumsuz cevap olmuştur.

Bu kararıyla da Türkiye, milyonlarca insanın yaşamını yitirdiği veya sakat kaldığı 2nci Dünya Savaşı belasından uzak tutulmuştur.

Ülke 2nci Dünya Savaşına girmemişti ama o zorlu savaş yıllarının kendisini doğrudan etkilediği kıtlıkla da yoğun biçimde mücadele ediyordu. Ana nedeni ise kırsal kesimde ve köylerde yaşayan vatandaşların hala yeterince eğitim alamamış olmasıydı. Bu toplum yüzyıllardır babadan oğula aktarılan ilimden, bilimden uzak çağ dışı yöntemlerle tarım ve hayvancılığı kör topal sürdürmeye gayret ediyordu.

Ama çitçi doğru dürüst ne tohumluk arpa, buğdaya ne gübreye ne de zirai ilaca ulaşıyordu. Küçük ve büyükbaş hayvanlar ise yeterli saman yokluğuna katlanıp, bahar gelince kırlarda ne bulursa onunla beslenmeye çalışıyordu ama bir deri bir kemik…  

Halbuki 2nci Dünya Savaşında yer alan, başını Amerika Birleşik Devletleri’nin çektiği İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Rusya, Japonya gibi endüstri devrimini yaşamış, yüksek bilgi birikimine sahip ülkeler; milyonlarca can kaybına ve zorlu savaş şartlarına rağmen bir takım işlenmiş ürünlerini ülkemiz dahil dünyanın her yerine ihraç ediyordu.

Bizim ülkemiz ise yoklukla boğuşuyor, sıraya girip karneyle temel ihtiyaç maddelerini, (onu da bulabilirse) elde avuçta kalanla satın almaya çalışıyordu.   

Fakat daha önce de kısaca üzerinde durduğum gibi, ülke genelinde laikliğin ne anlama geldiği, neyin nesi olduğu tam olarak anlatılamadığı için Laikliği halâ “dinsizlik” olarak kabullenen azımsanmayacak bir toplum mevcuttu. Bu vatandaşlarımız genellikle Anadolu’nun kıyı kesimleri hariç, neredeyse tamamına yayılmıştı.

İşte bu çaresiz ve zorlu ortamdan; o yılların tek partili TBMM de iktidar olan CHP karşıtı bazı bazı sağ görüşlü Milletvekilleri bir araya gelerek yararlanmasını bildiler.

Halkın fakirliğini ve CHP siyasetinin halkı dinden, imandan uzaklaştırmak olduğu algısını yayarak, CHP’den ayrılıp Demokrat Parti adı altında yeni bir siyasi oluşum gerçekleştirdiler.   

Başlarında Sn. Celal Bayar ve Sn. Adnan Menderes’in olduğu ve birçok Milletvekilinin de desteklediği bu yeni parti TBMM’deki yerini aldı ve böylece Türkiye, yeterince demokratik olgunluğa erişmemesine rağmen, demokrasinin gereği ‘çok partili’ hayata geçmiş oldu.

Gelecek yazı, “Demokrat Parti’nin zor kararı, Sansür Yasası!” konusuyla ilgili olacaktır.