(21 Kasım 1922-24 Temmuz 1923)
1-Sınırlarla ilgili Maddeler;
a) Trakya’da Yunanistan ile olan sınır, Mudanya Ateşkes antlaşmasında belirlenen şekliyle kabul edildi,
b) Suriye sınırı Ankara antlaşmasında belirlenen şekliyle kabul edildi.
c) Irak sınırının Türkiye ile İngiltere arasında yapılacak ikili görüşmelerle belirlenmesi kararlaştırıldı. (Irak sınırı daha sonra 1926’da yapılan Ankara antlaşmasıyla çizildi.)
2-Boğazlarla ilgili maddeler.
a) Barış zamanında savaş gemileri hariç bütün gemiler boğazlardan serbestçe geçebileceklerdi. Savaş zamanında ise Türkiye boğazlar üzerinde istediği gibi davranma hakkına sahip olacaktı.
b) Boğazların her iki tarafı askerden arındırılacaktı.
c) Boğazların yönetim başkanı Türk olan Uluslararası ‘Boğazlar Komisyonu’na bırakılacaktı.
3-Adalar ile ilgili madde:
a) Bozcaada ve Gökçeada Türkiye’ye verildi. Balkan savaşları sonunda kaybedilen adalardan Türk sınırına yakın olanlar askersiz hale getirildi.
4-Kapitülasyonlar ile ilgili madde:
a) Kapitülasyonlar tamamen kaldırıldı.
5-Tazminat ile ilgili madde:
a) Yunanistan’ın savaş tazminatı olarak Karaağaç’ı vermesi kararlaştırıldı.
6-Ermeni Devleti ile ilgili madde:
a) Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti kurulması fikrinden vazgeçildi. Bölgenin Türk toprağı olduğu kabul edildi.
*
TBMM Başkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, Meclis’e sunduğu ünlü söylevinde, Lozan Görüşmeleri ve sonrası dönemine ilişkin çok çarpıcı açıklamalar yapıyordu ve diyordu ki:
“Lozan barış masasında söz konusu edilen sorunlar, yalnız üç dört yıllık yeni evreye bağlı kalmıyordu. Yüzyıllık hesaplar görülüyordu. Bu denli eski, bu denli karışık, bu denli bulaşık hesapların içinden çıkmak, elbette pek yalın ve kolay olmayacaktı.
Baylar, bilirsiniz ki Yeni Türk Devleti’nden önceki Osmanlı Devleti, ‘eski antlaşmalar’ adı altında birtakım kapitülasyonların tutsağı idi. Hristiyan halkın birçok ayrıcalıkları ve kayırılma hakları vardı.
Osmanlı Devleti’nin, Osmanlı ülkesinde bulunan yabancıları yargılama hakkı yoktu; kendi uyruklarından aldığı vergiyi yabancılardan alması yasaktı; devletin varlığını kemiren ve kendi sınırları içinde bulunan topluluklara karşı önlemler alması yasak edilirdi.
Osmanlı Devleti’nin kendisini kuran temel öğenin, Türk ulusunun insanca yaşamasını sağlayacak yollara başvurması da yasak edilmişti. Ülkeyi bayındırlaştıramaz, demir yolu yaptıramazdı; dahası, okul bile yaptırmakta özgür değildi. Bu gibi durumlarda yabancılar engel olurdu. Osmanlı hükümdarı ve yakınları, parıltılı büyük gösterişler içinde yaşayabilmek için ülkenin ve ulusun bütün kaynaklarını kuruttuktan başka, ulusun her türlü gelirini karşılık göstererek ve devletin onurunu, şerefini ayaklar altına alarak birçok borçlara girmişlerdi. O denli ki devlet, bu borçların faizlerini bile ödeyemeyecek duruma gelmiş, dünya gözünde batmış sayılmıştı.
Baylar, vârisi olduğumuz Osmanlı Devleti’nin, dünya gözünde hiçbir değeri, erdemi ve onuru kalmamıştı. Uluslararası hakların dışında bırakılmış, sanki koruyuculuk ve güdüm altına alınmış gibi görülüyordu.
(…) (Lozan’da) İsteklerimiz açık ve doğal haklarımızdı. Bundan başka, haklarımızı korumak ve sağlamak için gücümüz de vardı; gücümüz de yeterdi. En büyük gücümüz, en güvenilir kaynağımız, ulusal egemenliğimizi elde etmiş, onu eylemli olarak halkın eline vermiş ve halkın elinde tutabileceğimizi yine eylemli olarak tanıtlamış (ispat etmiş) olmamız idi. İşte bu düşüncelerle, konferansın gidişini soğukkanlılıkla izliyor ve gösterdiği ters durumlara, gereğinden çok önem vermiyordum.”
*
Yorum: Günümüzden tam 100 yıl önce yapılan, adeta ülkemizin “Tapu Senedi” niteliğindeki Lozan Barış Anlaşması, neredeyse mükemmele yakın bir değer taşır.
Anlaşma sonrasında verilen yoğun mücadele sonucunda, tabiri caizse “puzzle’ın eksiz kalan parçası yerine konulmuş” yani Hatay Vilayeti 1939 yılında anavatan toprağına dahil edilmiştir.
Benim değerli okuruma önerim; 100 yıl önce imzalanan Lozan Anlaşması şartlarını günümüz şartlarıyla kıyaslaması olacaktır. Aradaki benzerlikler ve ayrılıklar daha iyi analiz edilebilir. İlhan Küçükbiçmen