Geçtiğimiz haftanın ekonomik gelişmeleri arasında en çok beklenen toplantılar arasında Merkez Bankası'nın faiz kararı yer aldı.

Bu karar sonrasında da ekonomi gündemini bir süre "Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek istifa mı etti?" dedikodusu meşgul etti. Şimşek'in "İstifa etmedim. dolaşıma konulan senaryolar doğru değildir" açıklaması ile mevzu kapandı.

Merkez Bankası Salı günü faiz kararını açıkladı ve faizi yüzde 50 oranında sabit tutma kararı aldı. Bu karar ekonomik dengeleri koruma, enflasyonla mücadele etme ve piyasa istikrarını sağlama gibi kritik amaçlar doğrultusunda alınan bir adım olarak değerlendirilebilir.  

Ekonomik politikaların en önemli araçlarından biri olan faiz oranları, hem büyüme hem de enflasyon gibi makroekonomik göstergeler üzerinde doğrudan etki yapar. Peki Merkez Bankası’nın faiz oranını sabit tutma kararının ardındaki nedenler ve bu kararın ekonomi üzerindeki olası etkileri neler olabilir biraz bunlara değinmek isterim.  

Ülkemizde ekonomik açıdan çok zor bir dönemden geçiyoruz. Yüksek enflasyon oranlarının düşüşe geçip geçmeyeceği merak edilirken, yurttaşların da bu dar boğazdan geçerken çektikleri sıkıntılar göz ardı edilmemelidir. Ama ne yazık ki enflasyonla mücadele sürecinde uygulanan politikaların faturası asgari ücretliye, emekliye, çalışanlara halka kesildi. Vergi yükü halkın sırtına bindirildi.  

Faiz oranını sabit tutma kararının arkasındaki nedenlere değinecek olursam, ilk sırada enflasyonla mücadeleyi söylemek en doğrusu olur. Türkiye’de enflasyon, son yıllarda hem tüketiciler hem de üreticiler açısından büyük bir endişe kaynağı oldu. Faiz oranını sabit tutmak, enflasyonu kontrol altına almak için atılan bir adım olabilir. Faizlerin artırılmaması, kredi maliyetlerini sabit tutarak ekonomik aktivitenin devam etmesini sağlayabilirken, enflasyon baskılarını dengelemeye yönelik bir strateji de olabilir. 

İkinci bir neden ise finansal piyasalarda öngörülebilirliği artırarak yatırımcı güvenini korumaya yönelik bir hamle olabilir. Özellikle kur dalgalanmalarını minimize etmek ve piyasadaki belirsizlikleri azaltmak adına, faiz oranının değiştirilmemesi istikrar odaklı bir politika olarak değerlendirilebilir. 

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde döviz cinsinden borçlanma oldukça yaygındır. Faiz artırımı, Türk Lirası’nın değer kazanmasına neden olsa da dış borç ödemelerini zorlaştırabilir. Bu nedenle de Merkez, faizi sabit tutarak, kur üzerinde ani baskılar yaratmamak ve dış borç yükünü artırmayı hedeflemiş olabilir.  

Ekonomik büyüme ve faiz arasındaki ilişki açısından ele alırsak da faiz artırımı, genellikle talep daralmasına yol açarak ekonomik büyümeyi yavaşlatabilir. Türkiye, büyüme odaklı bir ekonomik strateji izlerken, faiz oranını sabit tutarak yatırımları ve tüketimi canlı tutmayı amaçlıyor olabilir.  

Olamaz mı olabilir...  

Merkez Bankası’nın faiz oranını sabit tutma kararı, kısa vadede ekonomik büyümeyi desteklemek, piyasa istikrarını korumak ve yatırımcı güvenini sağlamak gibi hedeflerle uyumlu olabilir. Ancak bu kararın uzun vadede enflasyon, döviz kurları ve kredi büyümesi üzerindeki etkileri dikkatle izlenmeli kanaatindeyim. Ekonomik koşullar ve küresel dinamikler göz önüne alındığında, bu tür politikaların dengeli bir şekilde yönetilmesi büyük önem taşıyor.  

Ülkenin her yerinde eylemlilik süreci hakim önceki haftalardaki yazımda bahsetmiştim bu hafta sonu da Uşak’ta, Gaziantep’te çiftçiler eylem gerçekleştirdi. Bu ekonomik buhrandan çıkış zorlu olacak gibi görünürken, Orta Vadeli Program’ın fakirden alıp zengine verme durumunun da bir an önce son bulması gerekmektedir. Vergilendirmede adil bir süreç işlemesi elzemdir. Böyle devam edilirse geçim derdi büyük halk kitlelerinin daha fazla sıkıntı yaşamasına ve toplumsal bir bunalımdayken bu durumun daha da büyümesine neden olacaktır.