Birçok insan Ankara’yı sevmenin bir sabır işi olduğunu söylerler. Kimi için ruhsuz bir gri, kimi için ise köklü bir tarih ve sıcak bir yuva. İstanbul’un büyüleyici kaosu, İzmir’in sahil esintisi yok belki ama Ankara’nın başka bir büyüsü var. Burası, yüzeyde sert ama içine girdikçe samimi bir şehir. Gözünüzü ilk açtığınızda koca koca binalar ve geniş caddeler sizi selamlar. Ama biraz derinlere indiğinizde, Kuğulu Park’ın dinginliğinde, Tunalı’da eski bir kitapçıda ya da Ulus’un tarih kokan sokaklarında şehrin asıl kimliğini keşfedebilirsiniz.
Ankara, memur kenti olmanın ötesinde bir öğrenci şehri. Bahçelievler’deki kafeler, Kızılay’ın kalabalık caddeleri ve pasajları, Kolej’in sakin ara sokakları. Her köşesinde farklı bir hikaye var. Eskişehir yolundaki plazalar, 7. Cadde’deki üniversite öğrencilerinin genç enerjisi, Cebeci’nin nostaljik havası. Ankara, onu keşfetmek isteyenlere farklı yüzlerini gösterir. Belki de en çok sonbahar yakışıyor bu şehre. Sararmış yaprakların rüzgârla savrulduğu sokaklarında yürürken Ankara’yı gerçekten anlamaya başlıyorsunuz. Soğuğu serttir ama insanı sıcaktır. Kısa mesafelerde karşılaştığınız insanlar, bir selamla bile size tanıdık gelir. Başkente bağlı olanlar, Ankara’nın diğerini şehir dışında yaşamaya çalışınca anlayabiliyorlar.