Bir şeyleri kurtarmanın peşimden koşup duruyoruz.

Bu kurtarma işinde öncelik sırası nasıl olacak?

Kendimizi mi kurtaracağız toplumu mu? Ya da dünyayı mı kurtaracağız?

Geçmişte yapılan aynı hataların tekrar edilmemesi lazım. Yani evvel emirde dengeyi unutmamak lazım. Başka evlerdeki yangınları

söndürmek için yangından yangına koşanlar evlerindeki yangın tehlikesini göz ardı ettiklerinde çıkan yangın söndürülemez hale geldiğinde

neden böyle oldu demesinler. Her şey merkezden başlar,

başlamalı. Önce kendin, sonra ailen ondan sonra yakın çevren

sonra uzak çevren, insanlı vs. diye gider.

Böyle olmamasının neticelerini yaşıyoruz.

Kendini kurtarmadan aileni, eşini-çocuklarını ve de toplumu

kurtaramazsın. 1940’lı, 50’li yıllarda içe dönük olarak (kişinin öncelikle

kendini, imanını kurtarması, Said Nursi ve Süleyman Hilmi Efendilerin hareketleri) çabalar bilhassa Milli Görüş hareketinin kurulması (Necmettin

Erbakan’ın açtığı çığır) ve imam hatipler ile dışa dönük (toplumu kurtarma) harekete dönüştü. Ardından dernek, vakıf ve cemaatler

giderek ivme kazandı. Zamanla iktidarın da elde edilmesine paralel olarak defolar, yanlışlar ortaya çıkmaya başladı. Bazıları çürüme ve köhnemenin

iktidarın ele geçirilmesi ile başladığını söylese de

böyle olmak bir mecburiyet değildi.Şartlar ne olursa olsun

toplumu aydınlatmak ve kurtarmak için canla başla mücadele

eden tebliğcilerin ailelerini ve yakın çevrelerini ihmal etmemeleri gerektiği

hususu ana ilke olmalı. Üzülerek ifade etmek gerekir ki bu gözden kaçırıldı. Her ne kadar “mum dibini aydınlamaz” deyişi ortada duruyor

olsa da her durumda aynı neticeler doğar mantığı da doğru değil.

Bu kurtarma sırasında önceliği yine kendimizi vermekte

fayda var. İçe dönmeli, içimize dönmeli; kendimizi sorgulamalı, inandıklarımızı ve ilkelerimizi gözden geçirerek yola ondan sonra devam etmeliyi