Hayatı her zaman son günmüş gibi yaşamak gerekir derler.

Oysa ianç, başarıya olan tutku ve azim herşeyin üstüsinden gelir.

Bazen ise durup sessizce kendimizi dinleyerek başarıya ulaşmanın aslında yegane anahtarının kendimiz olduğunu anlamamız gerekiyor.

Geç kaldığımızı düşünerek hiçbir şey yapmamak yada ideallerimizden vazgeçmek insanoğlu olarak bizil doğamıza son derece aykırı ve bunu yapmamamız gerekiyor.

Alın size önemli sayılabilecek kaynağını bilmediğimi ama okuduğumda herkesin okuması gereken bir öykünün ince ayar verilmiş destansı örneklerinden bir tanesi.

“Elimde kocaman bir elma şekeri, kan kırmızı. Dışı şekerden ya içi de öyle olsa diye mırıldandım kendi kendime. Ulu caminin yanındaki küçük pencereli büfenin önünde nice şekerler vardı benim olmayan. Bir an dalmışım, var gücümle dişledim şekerimi. Sonra bir burukluk, bir hayal kırıklığı… O da ne? Yoksa bu şekerin içi de dışı gibi tatlı değil miymiş, sadece bu kadarcık mıymış? Hemen mi bitecekmiş tatlı kısmı? Bir elmaya baktım, bir tatlısına, bir de diş izlerime. “Kandırıldım!” diye bağırdım; geçtim büfecinin karşısına.





  • “Bana yalancı şeker satmışsın!” dedim. “Önce heveslendirip sonra hayallerimi yıktın.”

    Bir yandan ağlamayla karışık bağırıyordum, bir yandan da ha şimdi kızdı, ha şimdi kızacak diye yaşlı simasına bakıyordum şekerci ihtiyarın. Neden kızmadı anlayamadım. Galiba ben haklıydım. Öyleyse biraz daha bağırmalıydım. Bağırdım da. Kısa pantolonumun cebindeki bozuklukları yerlere saçtım. Adamakıllı bir yaygara çıkardım; “Ya paramı isterim ya da her tarafı şeker olan elmamı.” Ne yapsam kızmıyordu ihtiyar. Tepinirken göz ucuyla iki yanımı süzdüm, bana bakıyorlardı. Utandım, yerden kalktım, toparlandım; ama gözüm hâlâ ihtiyarda.

    Kızdıramamıştım ihtiyarı, öcümü alamamıştım. Hiç olmazsa bir cevap verseydi. Bekliyordum. Kaşlarımın altından tekrar süzdüm simasını. Hani gözlerim ateş saçıyordu ya, aklımca yakacaktım şekerciyi. Gülümsüyordu, eliyle işaret etti, içeri girdim. “Otur bakalım.” dedi. “İsmin Ali’ydi değil mi?”. “Evet, Ali.” dedim. “Ne için bu kadar üzüldüğünü biliyor musun?” diye sordu. “Bana kazık attın. Dışı tatlı şekermiş; ama içi bildiğimiz yavan elmaymış.” dedim. Bembeyaz dişleriyle tekrar gülümsedi. “Ben elli yıldır aldanırım böyle şekerlere.” dedi. Bir anda hayalimde elinde elma şekeriyle koskoca ihtiyar belirince kıkırdamaya başladım. “Nasıl?” dedim ağzımı doldura doldura. Anlattı:

  • İnsan tat aldığı ve sevdiği şeye öyle bir bağlanır ki adeta ona yapışır; ama ya kendi ömrü kısadır arkada bırakır, ya lezzetinin ömrü yetmez biter gider, seni yüz üstü bırakır. Böyle yapışmış bir kalbi lezzetinden ayırmak için ya yırtmak ya da parçalamak gerekir. Şahidim evlat, çok acıtıyor. İşte ben elli yıldır bu biten şekerlerin acısıyla yaşıyorum.
  • İyi de bana ne, sen beni kandırdın, şimdi de aklımı karıştırıyorsun, diye çıkıştım. Bana tezgahın üzerinde şekere batırılmayı bekleyen elmaları gösterdi.
  • Al bir tane, dedi.

    En kırmızısını aldım, ısırdım.

  • Şimdi tadına iyice bak, lezzetini tam almaya çalış diyerek üsteledi.

    Gerçekten de dişlediğim elma çok lezzetliydi. Elmanın lezzetiyle kendimden geçerken; “Şimdi dedi, onu bırak, şu şekerlenmişlerin tadına bak.”

    Bir tanesini aldım, ısırdım. Şekerin tadı bütün damağımı bir anda kapladı. Bu sırada tekrar diğerini gösterdi. Isırdım ama eski lezzeti kaybolmuştu. Yüzümdeki çizgilerden hissettiklerimi okuyan ihtiyar; “Dinle Ali dedi, eğer sen şekere talipsen, dünyadaki bütün elmaların ve diğer güzel meyvelerin lezzetlerini unut. Eğer elmaya talipsen, bir daha seni çabucak terk edecek lezzetlere fazla değer verme. Çünkü bunlar bir lokma yedirir, bin tokat vurur adama.”

  • Ne yani, hiç elma şekeri yemeyecek miyim?
  • Yiyeceksin tabi, hem de ne elma şekerleri. Hayatında elmaya niyet edip nasibine şeker düşerse mutlu olursun; şekeri niyet edip her şeyi dişlersen ömür boyu bugünkü gibi ağlamaya mahkumsun.

    Düşündüm, galiba ihtiyar haklıydı. Yerimden zıpladım, yere saçtığım paralarımı toplayıp, cebime koydum. Bana iyi bir ders olmuştu. Artık eğlenmek için çizgi filmlere, bilgisayarlara ihtiyaç duymuyordum, sevinmek için de öyle pahalı hediyelere ihtiyacım yoktu. Çünkü artık dünyaya bakan gözlüklerim değişmişti. Dünya artık siyah-beyaz değildi benim için, rengarenkti.

    Şimdi büyüdüm bir sürü elma şekerim var ve mutluyum artık. Bununla ilgili bir tekerlemem de var: “Elmasına can feda, şekerine beş para.”