Prof. Dr. Ayşe Filiz Yavuz, Ankara'nın tarihi zenginliğini ve Türk hanlarının kültürel önemini vurgularken, el sanatlarıyla uğraşan sanatçılar da geçmişin izlerini yaşatarak geleneksel sanatları yeniden hayata geçiriyor. Bu yaratıcı süreç, hem kadınların ekonomiye katkısını sağlıyor hem de unutulmaya yüz tutmuş sanatları yaşatıyor.
"ANKARA'NIN BİNLERCE YILLIK TARİHİNE IŞIK TUTUYOR"
Yavuz, “Türk Yurdu Ankara” adlı iki ciltlik eserinde, Ankara'nın binlerce yıllık tarihine ışık tuttuğunu ve bu şehrin sıradan bir yer olmadığını vurguladı. Ankara'nın Galatlar, Romalılar, Ahi Cumhuriyeti ve Osmanlılar gibi pek çok medeniyete ev sahipliği yaparak tarihi bir zenginlik sunduğunun altını çizdi. Ahi Cumhuriyeti'nin, dünyadaki ilk cumhuriyet yönetimi olarak kabul edildiğini belirterek, bu yapının şehri tarihsel olarak farklı kıldığını söyledi.
Yavuz, Türk tarihindeki hanların da önemli bir yer tuttuğunu ifade etti. Hanların, Türklerin yaşadığı toprakların pek çok yerinde olduğunu, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan gibi ülkelerde de görülebileceğini belirtti. Bu hanların, misafirperverlik geleneği ve yolcuları koruma amacına hizmet ettiğini açıklayan Yavuz, “Bu yapılar genellikle devletler tarafından finanse edilmiştir, ayrıca yerel yönetimlerin de katkıları olmuştur” diye konuştu. Hanların, kervan yolları üzerinde, özellikle İpek Yolu üzerinde kurulduğunu ve zamanın ulaşım koşullarına göre planlandığını söyledi. “Kervanların geçtiği mesafeler göz önünde bulundurularak, bu hanlar günün ihtiyaçlarına göre inşa edilmiştir. Bu gerçekten büyük bir planlama örneğidir.” dedi.
"HANLAR GÜVENLİ ALANLAR OLARAK BÜYÜK ROL OYNUYOR"
Prof. Dr. Yavuz, hanların sadece mimari olarak değil, fonksiyonel açıdan da önemli olduğunu belirtti. Türk topraklarındaki misafirperverliğin, seyahatnamelere konu olduğunu ve bu geleneklerin sosyal bir olgu olarak kayda geçtiğini söyledi. “Hanlar, yorgun yolcuların dinlenebileceği, ihtiyaçlarını karşılayabileceği güvenli alanlar olarak büyük bir rol oynamaktadır. Anadolu’nun pek çok yerinde, özellikle Konya, Aksaray, Malatya ve Van gibi şehirlerde bu tür yapıları görmek mümkündür. Hem mimari hem de işlevsel açıdan büyük öneme sahiptirler” diye ekledi.
Hanların, ne kadar uzun süre kullanılmasına bağlı olarak ayakta kalacağını vurgulayan Yavuz, kullanılmayan binaların zaman içinde harabe haline geldiğini belirtti. Bu yapıları ayakta tutmak için kadınların burada çalışmasının önemli olduğuna dikkat çekti. “Kadınların bu yapılar içinde çalışıyor olması, hem binaların ayakta kalmasını sağlıyor hem de kadınların ekonomiye katkı yapmasına olanak tanıyor. Bu, sadece devlet ekonomisini değil, aile ekonomisini de güçlendiren bir durumdur. Ayrıca el sanatları da bu açıdan oldukça önemlidir” dedi.
Cumhuriyetin 100. yılına yaklaşırken, Ankara’yla ilgili bir kültürel hazırlık yapmak istediklerini belirten Yavuz, Türk Ocakları'nın yayın organı olan Türk Yurdu dergisinde yer alan yazıları derleyerek çok değerli bir kitap ortaya çıkardıklarını söyledi. Kitabın, Ankara'nın tarihi ve kültürel mirasına dair derin bilgiler sunduğunu belirten Yavuz, okurları bu eserle buluşturmayı önerdi: “Kitaplarımızda gerçekten zengin bilgiler var. Okudukça insan, neleri kaçırdığını fark ediyor.”
"AMACIMIZ SATIŞ DEĞİL BİR ŞEYLER ÜRETMEK"
El sanatlarıyla ilgilenen Nilgün Akçay, Pilavoğlu Han’daki atölyesinde üretim yapmanın kendisi için önemli bir anlam taşıdığını belirtti. Pilavoğlu Han’ın, 1840 yılında kadın ve çocuk hapishanesi olarak kullanıldığını hatırlatan Akçay, “Buradaki mahkum kadınların esareti bizim özgürlüğümüz oldu. Şimdi burada atölyelerde bir şeyler yapıyoruz. Amacımız satış değil, bir şeyler üretmek ve yaratıcı bir şekilde vakit geçirmek” dedi. Akçay, burada çini, rölyef, cam boyama ve keçeyle ilgili çalışmalar yaptığını da sözlerine ekledi.
Gülşan Kısa ise eski ahşapları işleyerek kaybolmaya yüz tutmuş bir sanat formunu yeniden hayata geçirdiğini belirtti. Kısa, eşinin memleketi Yusufeli'deki baraj altında kalan köylerden getirdiği ahşapları yeniden işleyerek onlara yeni bir hayat verdiğini söyledi: “Bir şeyin kaybolmuş olmasına üzülürken, ona ikinci bir yaşam verme fırsatını bulmak çok değerli. Eski bir şeye yeniden hayat vermek gerçekten çok anlamlı.”
Aliye Şahinkaya, el sanatlarına olan ilgisini çocukluk yıllarına kadar götürdüğünü ve emekli olduktan sonra bu hobiyi mesleğe dönüştürdüğünü söyledi. Mine sanatıyla ilgili yaptığı çalışmalardan bahseden Şahinkaya, bu kadim sanatın unutulmasına izin vermemek için çaba gösterdiğini ifade etti. Ayrıca, öğrencilere dersler vererek bu sanat dalını daha da yaymayı düşündüğünü belirtti.
Ayşegül Somuncu ise 25 yıldır el sanatlarıyla ilgilendiğini ve bu işin matematiksel bir yönünün de olduğunu anlattı. "Bir telin yüzlerce rengi ve farklı kalınlıkları vardır. Bu da bir tür matematiksel bir düşünmeyi gerektiriyor. Renklerle oynamayı çok seviyorum ve bu işin içinde hep bir yaratım gücü hissediyorum" dedi.