Cumhuriyetin kuruluşuna ve 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile Mevhibe İnönü’nün hayatına tanıklık eden Pembe Köşk, 23 Nisan’da yine tarihi bir buluşmaya sahne oldu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat isim verdiği, İnönü ailesinin kızı ve İnönü Vakfı Başkanı Özden Toker, bu özel günde geçmişe açılan bir kapı araladı. Toker, çocukluğunun geçtiği Pembe Köşk’te, babası İsmet İnönü ile yaşadıklarını, Atatürk’ün çocuklara yaklaşımını ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına dair unutulmaz anılarını anlattı.
Cumhuriyet tarihinin en önemli isimlerinden İsmet İnönü ve Mevhibe İnönü’nün kızı olarak 7 Şubat 1930’da Ankara’daki Pembe Köşk’te dünyaya gelen Özden Toker, Cumhuriyetin ilk yıllarında şekillenen bu özel hayatın tanığı olarak büyüdü. Eğitimini Çankaya İlkokulu ve ardından Ankara Kız Lisesinde sürdüren Toker, yükseköğrenimini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. Akademik yolculuğunu yurt dışında sürdüren Toker, bir süreliğine Edinburgh Üniversitesinde lisansüstü çalışmalar yaptı.
(Sağdaki fotoğrafta Özden- Metin Toker çifti)
Babası İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde ailesiyle birlikte Çankaya Köşkü’nde yaşayan Özden Toker, 9 Şubat 1955’te tanınmış gazeteci Metin Toker’le evlendi. Bu evlilikten Nurperi, Gülsün ve Güçlü adında üç çocuğu dünyaya geldi.
Cumhuriyet değerlerinin korunmasına katkı sağlamak amacıyla 1983 yılında kurulan İnönü Vakfı'nın kurucuları arasında yer alan Özden Toker, annesi Mevhibe İnönü’nün başkanlık yaptığı vakıfta uzun yıllar başkan yardımcılığı görevini üstlendi. Mevhibe İnönü’nün 1992 yılında vefatının ardından vakfın başkanlığına geçen Toker, ailesinden devraldığı mirası yaşatma ve gelecek kuşaklara aktarma görevini sürdürüyor.
(Özden Toker Pembe Köşk'te)
CUMHURİYETİN İLK 10 YILINDA DOĞMUŞ ÇOCUĞUM
'Ben kendimi hep çok özel bir çocuk olarak görürüm. Çünkü Cumhuriyet’in ilk on yılında doğmuş bir çocuğum' diyen Özden Toker, Atatürk'ün çocuklara olan bakış açısını ve hatıralarında yer alan anılarını şu sözlerle anlattı: " 23 Nisan, Atatürk için çok kıymetliydi. O günlerde çocuklar için özel balolar düzenlenirdi. Biz de çocukken bu evde Atatürk'ü ağırlardık. Başka çocuklar da gelir, Atatürk bizimle sohbet ederdi. Bu masada, evin şu köşesindeki masada, akademik yemekler yenirdi. Aslında yalnızca yemek değil; devlet meseleleri de bu masada konuşulurdu. 1935-36 yıllarını hatırlıyorum… Türkiye için hâlâ yapılacak çok şey vardı: fabrikalar kurulmalı, okullar açılmalı, demiryolları döşenmeli, hastaneler inşa edilmeliydi. Atatürk, bu hizmetlerin sadece büyük şehirlerde değil, Anadolu’nun en uzak köylerinde de yapılmasını isterdi. Bu masada hep bunlar konuşulurdu. Atatürk’ün vizyonu sadece bugünü değil, geleceği de kapsardı. Ülkü —bildiğiniz gibi Atatürk’ün manevi kızı— ile birlikte geldiği zamanlarda bizi de bu masaya oturturdu. Dinlememizi, öğrenmemizi isterdi. Çocuklarla birebir ilgilenirdi. Göz teması çok önemliydi onun için. “Karşınızdakinin gözünün içine bakın. Gözünüzü kaçırmayın. Bu, hem güven vermek hem de güven duymaktır” derdi. Sesi çok etkileyiciydi. İnsan içine işlerdi. Ve bize hep şöyle derdi: “Eğer siz istemezseniz, biz size hiçbir şey öğretemeyiz. Sizin istemeniz, merak etmeniz, soru sormanız gerek. Bize hep sorular sorun derdi. O anlatmayı çok severdi. Bilinçli olmamızı, araştırmamızı, her söylenene hemen inanmamamızı isterdi. Kitaplar okuyalım, bilgiyi kendi çabamızla bulalım isterdi. Kendi doğrularımızı aramamız gerektiğini öğretirdi" dedi.
ÇOCUK BALOLARI TOPLUMU BİR ARAYA GETİRMEK İÇİNDİ
Atatürk ile ilgili unutamadığınız anılarınız var mı sorusuna ise içtenlikte şu yanıtı verdi: "Unutamadığım pek çok anı var ama sizinle özel birini paylaşmak isterim. Bir gün bu masada yemek yerken Atatürk bana, “Sen büyüyünce ne olmak istiyorsun?” diye sordu. Ardından şunu ekledi: “Daha yapılacak çok işimiz var. Bu nedenle iyi öğretmenlere ve iyi öğrencilere ihtiyacımız var. Sen de o öğretmenlerden biri olacaksın.” Bu sözleri beni çok mutlu etmişti. Ardından Ülkü’ye sordu: “Peki sen ne olmak istiyorsun?” Ülkü de “Balerin olmak istiyorum,” dedi. Atatürk çok sevindi çünkü o dönemler bale Türkiye’de neredeyse hiç bilinmiyordu. Klasik müzik, çok sesli müzik halk arasında yaygın değildi. Ama Atatürk bunları biliyordu ve gençlerin de öğrenmesini, sanatla iç içe olmasını istiyordu. İşte böyle anılarla dolu çocukluğum… O çocuk baloları, toplumu bir araya getirmek içindi. Kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk hep birlikte kutlayalım, bir arada olalım, demokrasiyi içselleştirelim diye… Maksat bayramı kutlamaktan çok, toplumu kaynaştırmaktı" şeklinde konuştu.